İnternethaber'den Hande Aydemir, Okan Bayülgen ile ilginç bir röportaj yaptı. Sorduğu sorulara aldığı yanıtlar, yıllardır farklı çizgisinden ödün vermeyen Bayülgen'in bir yandan iç dünyasına ışık tutuyor. İçte o röportajdan bazı başlıklar...
H.A.: Türkiye'deki televizyon programlarında içerik var mı sizce? Hem haberler hem de show programlarında...
O.B.: Var... Hepsinde içerik var, ama bu içeriği beğenmiyor olabiliriz. Ama hepsinin içeriği var. Bir çeşit kafası yettiği kadar yapmak, bildiği kadar yapmak durumu var. Yapılıyor işte. Profesyonellik, kalite, nitelik sorunu var diyorsak... Tabi adam mimarım diyor, bir apartman yapıyor. Yıkılıyor. Demek ki yapamamış işini. Doktor hastayı öldürüyor... Ya da mühendisin yaptığı makine bozuluyor. Bunlar tabi ki beceriksizlik. Yani biz içerik var mı yok mu diye değil, beceri var mı diye soralım. Televizyonlara baktığımızda çok temel içgüdülere dayanan programlar yapıyorlar. Savunma güdüsüne, ısırma yeme güdüsüne, hayatta kalabilmek için parçalama güdüsüne dayanan programlar yapılıyor. Bunu cinsellikle birleştiriseniz, yani saldırmak, parçalamak, yemek ve çiftleşmek güdülerine yönelik yaparsanız şu an ekranlardaki evlilik programlarına ya da büyük stüdyolara insanları doldurup yapılan kadın programlarına ulaşıyorsunuz. Sadece ölüm, öldürmek güdülerine hizmet ederseniz, mafya dizilerine ulaşıyorsunuz. Bunlar çoğunlukla hayatta kalmak, üçkağıt yapmak, çalışmadan yaşamak gibi ilginç fikirlere hizmet eden içerikler. Her zaman söylediğim şeydi, yıllarca söyledim, belki 20 senedir söylüyorum: Türk dizilerindeki insanlar hangi mesleği yapıyorlar, özellikle delikanlı ve bitirim karakterler. Ne meslek yaptıklarını anlamıyoruz. Zengin kız fakir oğlan ya da tersi. Oğlan zengin bir bürosu var, fakir kızı seviyor ama bir şey yapmıyor. Bir sekreteri var, uzun bacakları olan ama sekreter de sekreterliğini yapmıyor zaten. Fakat, bunların oyunculuk başarılarını çoğunlukla kavga ederken ve öpüşürken görüyoruz. Demek ki güdüler ile yapılan ya da güdülere yönelik diziler ve reklamlar işe yarıyor.
31
H.A.: Size de her hafta aynı şeyleri izliyormuşsunuz gibi gelmiyor mu?
O.B.: Tabii ki geliyor. Ben onun için kendi programlarımda sürprizli şeyler yapmaya çalışıyorum. Ama seyirciyi de kötü alıştırmışız. Çat diye program bitiriyorum. Bazen saatlerce devam ediyor, sonra bir anda bir şarkı ve bitiyor. Sonra bir başka gün tamamen farklı yapıyorum. Radyo programlarında olabilecek bir çılgınlıkta yapmaya çalışıyorum. Ama seyirci de sevmiyor, giderken bir allahaısmarladık deseydin, akşamımızı tebrik etseydin, falan gibi bir tavır da var. Seyircinin de çok farklı bir şey talep ettiğini sanmıyorum. Çünkü hayat neşesi yok. Neşe olmayınca, insanın beyni de daralır. Bir ilan gördük dün, “Hayat Kısa Hemen Bu Ayakkabıyı Al” diyor. Yani buradaki müthiş sloganı çözmeye çalıştık. “Hayat kısa...” ile başlayan sloganın ardından çok çılgın şeyler bekliyor insan ama bak buraya kadar.
32
H.A.: Hayatın neşesi ne zaman kırıldı? On yıl önce de böyle miydi?
O.B.: Yok biz kırdık yav... Yani biz şikayet ederek, küfrederek kırdık. Bir değişim enerjisini bulamayarak ama bol bol konuşarak, kendimize yeni deşarj noktaları bulduk. Eskiden maça gidene sorardım, “ne anlıyorsun, bağırıyorsun, çağırıyorsun, üzerine de yağmur yağıyor. Bu takımı da tutuyorsun ama...” diye. “Bırak haftada bir gün maça gideyim, deşarj oluyorum” diyordu. Şimdi aynı adamın deşarj olacak çok şeyi var. Facebook, snapchat, instagram, whatsapp, mail grupları, bloglar filan, her yerden eleştiriyor, bağırıyor, çağırıyor. Müthiş bir iletişim içinde ama Jean-Luc Godard'ın dediği gibi 'iletişimin tüm yolları var ama kendisi yok'... Arkadaşlarıma soruyorum, neden bu kadar laf ediyorsunuz Cumhurbaşkanına, hükümete, yapmayın bunu, size bir kazancı yok bir de sürekli dava açıyorlar... Adam da diyor ki “şu yaşıma geldim bırak ben de bir sesimi yükselteyim.” Bu ses yükseltme eylemi değil yaptığın. Siyasi partide değilsin, sivil toplum kuruluşunda değilsin, bir dernekte çalışmıyorsun, kimseye bir yararın yok. Facebook'a yarım sayfa yazı döşenmişsin, ya da twitter'da birisinin çok baba bir lafını tekrar yayınlamışsın. Senin bize bir yararın yok ki. Bu biraz tabi hayatın içinde olmamak, sanal bir hayat yaşamak. Oğlan kızı terkediyor, kız eve gidiyor hüzünle, sonra bakıyor aaa facebook'a ilişki durumunu değiştirmiş oğlan. Aaaa beni terketti diye başlıyor ağlamaya. Bunun gibi bir şey. Bir ben varım, hasbelkader genetiği değiştirilmiş gıdalar ve hortumlarla besleniyorum, bir ekran karşısında yiyor içiyorum, bir de sanal hayatım var, o hayat benim yaşayıp yaşamadığımı gösteriyor. Eskiden evine telefon açar uzun saat cevap vermezse kapısını çalar, yine olmazsa kapıyı kırar içeri girerdik, hasta mı oldu, öldü mü kaldı mı filan diye. Şimdi en son ne zaman instagrama girmiş, whatsapp mesajını okumuş mu diye kontrol ediyoruz. Başka bir hayat var. Bu tatsızlık insanı bitirir.
33
Bu site deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca çerez(cookie) kullanmaktadır. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.