Dışarıda yaşadığımız dünya gerçekten dışarıda mı? Yoksa zihnimizde mi? Gerçekten de bir rüyada mı yaşıyoruz? Maalesef acı ama gerçek bu; önce zihinde bir dünya yaratıyoruz sonra onu dışarı yansıtıyoruz. Daha da acıklı olanı ise o yansıttığımız dünyayla çatışıyoruz.
Kendimiz, çevremiz, geleceğimiz, geçmişimiz hepsi zihnimizde. Sonra o zihni dışarı yansıtıyoruz ve onu yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz. Acı gerçek: yaşadığımızı sandığımız dünya gerçek değil, bizim zihnimizin ürünü. Bunu anlamak gerekiyor.
Düşüncelerinizle hayatınızı değiştirebilirsiniz dedikleri de bu değil mi zaten. Düşünceler duygulara, duygular eylemlere, eylemler karşılaştığımız sonuçlara neden oluyor. Karşılatığımız her durum geçmişte bir zaman zihnimizde başlayan bir düşüncenin bir duygunun ürünü değil mi?
Hatta zihnimizde gerçek kendimizden uzak bir “ben” bile yarattık. O “ben”i bize empoze edilen başarılı, iyi, mutlu insan kavramlarına göre şekillendirmeye çalışıyoruz, o ”ben” olmaya çalışıyoruz. Mutlu değiliz ama mutluymuş gibi yapıyoruz, içimizden öfke fışkırıyor ama anlayışlı insan modeli çizmek için öfkemizi bastırıyoruz ve anlayışlıymış gibi yapıyoruz, nefret ettiklerimize sevgi gösterilerinde bulunuyoruz.
Sürekli oynuyoruz? Neden? Çünkü kendimize bir kişilik yarattık zihnimizde ve o kişilik olmaya çalışıyoruz. Yani olmadığımız ama olmak istediğimiz kişi olmaya çalışıyoruz. Bu çok yorucu ve yıpratıcı. Ama başka türlü nasıl olacak? Toplum daha bebekken bize örnek model veriyor ve bizden o model olmamızı bekliyor. Toplum dışında kalmamak için o olmalısın. Toplumun çok güçlü baskı ve kontrol mekanizması var.
Ayrıca toplum en iyi beyin yıkayıcıdır. Daha ilk okulda en iyi olmak konusunda beynimiz yıkanıyor. Ne yaparsan yap ama en iyisini yap, en iyisi ol. Bu hangimize aşılanmadı ki... Sürekli en iyi olma konusunda beyni yıkanan kişi kendisinin kim olduğu ile ilgilenmek yerine en iyi olmak konusuna kafa yorar, başka ne olacak ki...
Sonra dışarıdaki insanlara gelelim. Annemiz babamız onları gerçekten görüyor muyuz, duyuyor muyuz? Yoksa kafamızda yarattığımız anne-baba imajının peşinde miyiz? Sevgilimiz, dostumuz, işverenimiz ya da ilişkide olduğumuz herhangi birisi... onları gerçekten tanıyor muyuz? Kim onlar? Biliyor muyuz? Çoğunlukla hayır. Özellikle de bize yakın kişileri daha az görür ve duyarız. Çünkü onlarla ilgili kafamızda daha çok imaj vardır.
İyi evlat, iyi anne-baba, iyi eş, iyi arkadaş ve daha bunlara benzer bir sürü tanım vardır kafamızda. Yani biriyle arkadaş olmadan önce zaten kafamızda o arkadaşın imajı var, sadece biri ile tanışıp biraz da anlaşıyorsak hemen o kişiyi o imajın içine oturtuyoruz.
Kendinizle ve insanlarla ilgili ne kadar çok hayal kırıklığı yaşıyorsanız bilin ki o kadar çok zihninizi insanlara yansıtıyorsunuz demektir. Çünkü kendimizi ya da diğer insanları net görüyor, biliyor olsak neden hayal kırıklığı yaşayalım ki? İnsanların kendilerini sakladıklarını söyleyebilirsiniz. O beni kandırdı diyebilirsiniz. Ama bilin ki bu sefer de siz kendinizi kandırıyorsunuz. Sizin eğer kafanızda o kişi ile igili bir imaj yoksa asla kanmazsınız.
Yani şöyle diyelim, sizin kafanızda eşiniz ile ilgili bir imaj varsa, bu imajın belirli özellikleri de vardır. Siz eşinize baktığınızda sadece o özellikleri ararsınız çünkü eşinizin o imajın içine oturması gerekiyor. Birebir oturmayacağına göre belirli özelliklerinin oturması yeterli. Genelde o özellikler de oturmaz ama biz bir şekilde oturturuz; insanı en iyi kendisi kandırır, en iyi yalanları kendimize söyleriz, en iyi rolü kendimize yaparız.
Sonuçta belirli özelikler ya da köşe taşları oturuyorsa diğer özellikler genelde bizi ilgilendirmez. Birinin hep kafasına bakıyorsanız ayaklarını görmezsiniz. Bunun gibi hep kafanızdaki imajla meşgulseniz karşınızdakinin gerçeğini göremezsiniz. Kafanızdaki eşi ona yansıtırsınız, beklentileriniz de o yönde gelişir. Sizin kafanızdaki kişi ile uyuşmayan bir şey yaptığında da hayal kırıklığı yaşarsınız. Sonra da sen beni kandırdın, sen hiç de umduğum gibi değilmişsin, seni sevdiğime pişmanım vs diyerek olayı iyice ajite ederiz.
Ama buradaki gerçeği görmeliyiz. Bilin ki hepimizin kafasında bu dünyaya ve dünyanın içindekilere dair birer imaj var. O imajları ortadan kaldırmadan bu dünyanın gerçeğini göremeyiz. O imajlar belirli kalıpların ve inançların sonucunda oluşmuştur. O yüzden önce zihnimzde yerleşmiş, kökleşmiş inançları ve kalıpları kaldırmalıyız.
Bu hiç kolay birşey değil; emek ister, cesaret ister, kararlılık ister... Diğer yandan gerçeği görmeye başladığınızda gördükleriniz de hoşunuza gitmeyebilir. Ama gerçekler insanın olgunlaşmasını, dönüşmesini, gelişmesini yani tekamül etmesini sağlar.
Zihnin yarattığı yalandan çıkıp gerçeğin içinde yaşamak istiyorsanız, bunun için dönüştürücü bir araç ve bu aracı nasıl kullanacağınızı size öğretecek bir uzman gerekiyor. Orijinal Yoga Sistemi sizi dönüştürecek, geliştirecek ve gerçekleri size gösterecek eşsiz bir araçtır. Ve bu aracın nasıl kulanılacağını, aracın inceliklerini size gösterecek, yardımcı olacak uzman ise bir Üstattır.
Üstad hem dönüşüm aracını size gösteren, kullanmanızı sağlayan hem de bu aracı hızlandıran unsurdur. Üstad bir kişi değil bir prensiptir. Üstadı kişiselleştirmek Üstadlık prensibini gözden kaçırmaya neden olur. Zihninizdeki yalan dünyadan çıkıp gerçeğe gözünüzü açmak için yeniden doğmanız, saflaşmanız gerekir. Bunun için de Üstadın rehberliğinde düzenli Oriinal Yoga Sistemi uygulamak en iyi ve kestirme yoldur.
Şems Uzuneser
Yoga Academy Antrenörü
www.yogaacademy.com.tr
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."