Bir şeye ya da birine ait olmak, biz insanoğlunun en büyük çabası, hem bir eksiklik hem bir fazlalalık. Ait hissetmeyince büyük bir boşluk hissi, ait hissedince de büyük bir bağlılık ve onun getirdiği tutsaklık hissi. İnsan ait olmalı mı olmamalı mı?
Ait olmak kendini bir yere bağlamak, sabitlemek hissi verir. Sürekli herşeyin değiştiği, hiçbir şeyin aynı kalmadığı bu dünyada kendini sabitlemek, bir yere koymak için belki de en gerekli duygudur, ait hissetmek. İnsana güven duygusu verir.
Kendini biryere bağlamayan insan kaybolmuş gibi hisseder, ordan oraya savrulur. Yıllarca birlikte yaşayan çiftlerden birisi öldüğünde genelde diğeri de uzun yaşamaz. Çünkü ait olduğu şeyi kaybetmiştir, kaybolmuştur; bu arada kendini eğer başka birşeye yeniden bağlayamadıysa bu dünyayı terk eder.
Bu yüzden birşeye, birine ait olmak tüm yaşam boyunca insanoğlunun en büyük uğraşlarından birisidir. Bebekken ve çocukken anne-babamıza aitizdir, kendini ailesiz hissetmek büyük psikolojik travmalara neden olur. Ait olduğumuz yapı bizi de içine alır. Yalnız hissetmeyiz. Bir şeyizdir. Bu yaşamda ortaklarımız, yandaşlarımız, takımdaşlarımız, yoldaşlarımız vardır.
Bir olguya, oluşuma ya da herhangi birşeye ait olduğumuzda onunla ilgili herşeye de aitizdir ve onlar da bize aittir. Kendimizi bağladığımız yapıların değerleri, kalıpları, inançları, ilkeleri, beklentileri tarafından otomatikman kapsanırız. Yani eğer Fenerbahçeliyim diyorsan Beşiktaş forması ile maça gitmezsin. Fenerbahçenin renklerini giymen beklenir.
Çünkü sen Fenerbahçeliyim dediğinde, aslında Fenerbahçe taraftar topluluğuna aitim ve otomatikman o topluluğun tüm kurallarını, değerlerini de kabul ediyorum demiş olursun. Bu durumda Fenerbahçeli isen Fenerbahçeli gibi davranmalısın. Bu bir aidiyettir.
Ya da kendini ülkesi için, ailesi için feda eden bir insanı düşünün. Çok doğal geliyor, tabi ki insan vatanı için, ailesi için, sevdikleri için canını feda etmeli diye düşünülüyor genelde. Çünkü kişi ait olduğu şeyle kendini var ediyor, bu kimlik edinmenin bir yolu. Neye aitsen o şeyin kimliğine sahip oluyorsun. O kimlik için aslında canını feda ediyorsun.
Aidiyet duygusu bu kadar güçlü olduğu için günümüzde şirketler, spor takımları, dernekler vs gibi kurumlar bu aidiyet duygusunu yaratmak ve artırmak için yeni metodlar aramaktadırlar.
O kalıplar, beklentiler, idealler kendimizi ait hissettiğimiz olgular, oluşumlar, brimler tarafından bize dayatılan, ve aslında otomatikman biz kendimizi ait hissettiğimizde bize de ait olan şeylerdir. Aslında onlar bizden çıkmıyor, bize kendimizi ait hissettiğimiz şeyler tarafından dışarıdan empoze ediliyor.
Kişi özgün ve özgür olmak istiyorsa en temelde bu aidiyet konusunu çözmeli. Bizde aidiyet duygusu yaratan şeylerden özgürleştiğimizde, aidiyet için yaratılmış olgulardan da kendimizi özgürleştirmiş oluruz. Yani bir eşe sahip olmak, kendimizi ona ait hissetmek bizde otomatikman bir eş şöyle olmalı, böyle olmalı şeklinde bize öğretilen tüm o kalıpları, inançları, beklentileri de gündeme getiriyor. Yani düşünün evlenmeden önce kişiler evlilik hakkında neler söyler, evlenince neler söyler. O yüzden de “bekara boşamak kolay” diye bir atasözümüz bile var.
Oysa evlenmeden önce kendini bir evliliğe ait hissetmeyen kişi evlilik hakkında özgür ve özgün fikirlere sahiptir. Ama evlilik oluşunca, kendini o evliliğe ait hisseden kişi otomatikman evlilik kurumunun sahip olduğu tüm kalıpları, inançları, beklentileri de edinir. Artık onlar da evlilik gibi ona aittir.
Özgürleşmek kelimesi insana müthiş bir coşku veriyor! Herşeyden özgürleş dendiğinde içimizde büyük bir heyecan ve coşku yükseliyor. Spiritüel bilgilerde yer aldığı gibi, insan aidiyet yaratmak için yaratılmış tüm olgulardan kendini özgürleştirdiğinde gerçek özgürlüğe ulaşacaktır.
Diğer yandan aidiyet duygusunu bertaraf eden spiritüel tekamül yolundaki kişi ne hisseder? İnsan kendisini yönsüz, yansız, fikirsiz, kimsesiz hissediyor. Çünkü bizi biz yapan kendimizi ait hissettiğimiz o olgular, oluşumlar, kişiler ve onların değerleri, kalıpları, beklentileri artık bizi terk ediyor.
Bütün bunlardan özgürleşmek spiritüel tekamül yolunda ortaya çıkan bir aşama. Müthiş bir his ama bir o kadar da tuhaf. Çünkü okyanusun ortasında, karanın hiç görülmediği bir noktada olmak gibi, yapayalnız ve yönsüz...
Diğer yandan bunun gerçek özgürleşmeden bir önceki durak olduğunu bilmenin verdiği müthiş sevinç ve huzur insanın içini umut ve coşku ile dolduruyor.
“Eğer birşeye bağlanma ihtiyacınız varsa özgürlüğünüze bağlanın.”
Büyük Üstad Akif Manaf, Özlü Sözler 6.kitap
Şems Uzuneser
Yoga Academy Antrenörü
www.yogaakademi.com
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."