İnsan yaşamı boyunca, ta bebekliğinden itibaren yaşadığı her şeyi biriktirir, bilinçli ya da bilinçsiz. Çünkü zihnin büyük bir biriktirme kapasitesi vardır.
Zihin insanı kapsayan büyük bir enerjisel alandır ve bu alanın içinde oldukça geniş bir hafıza bölümü vardır. Bu hafızaya insan bu evrene geldiği andan itibaren her anı ve herşeyi kaydediyor, zihin böyle yapılanmış bir araç. Yani insanın bu evrende kayıt dışı herhangi bir eylemi, sözü, düşüncesi, duygusu olamaz.
Ruhi varlık bu evrene adımını atar, kayıt da başlar, bu evrenden çıkar kayıt da biter, net ve açık. Dolayısıyla hiçbir bir duygu, düşünce, eylem yepyeni sıfırdan değildir. Yani her zaman yeni gibi görünen bir şeyin altında eski olanın etkisi vardır, yeniler eskilerin zeminine oturur.
Sonuç olarak sıradan insan geçmişinden bağımsız yaşayamaz, hissedemez, düşünemez, hatta nefes alamaz. Bu durum insanı geçmişine bağlar, ayrıca geçmişi silmek diye bir şey de mümkün değildir. Geçmişin anıları her zaman sıradan insanın yaşamında başroldedir, bunu fark etsin ya da etmesin; insan sistemi böyle çalışıyor.
Peki bu ne demek? Bu şu demek, senin hayatında olan herşey geçmişinin eseri, sen sıradan bir yaşamda asla kendini yenileyemezsin, asla yeni bir insan olamazsın, yeni bir yaşama başlayamazsın. Bu mümkün değil...
Dolayısıyla sıradan insan sıradan yaşam sürmek zorundadır, o geçmişinin tutsağıdır, o özgür değildir. Evet, bileklerinde kelepçe, kapısında demir parmaklık yok ama o en derin zindanlarda yaşayan bir mahkum. O geçmişinin mahkumu, o geçmişte ne yaşadıysa onları tekrar tekrar yaşamak zorunda olan bir çaresiz.
Geçmiş de hem güzel hem de acı verici olaylar vardır, insan geçmişini yaşıyor derken, acı olayları da tekrar tekrar yaşıyor demektir bu. İşte burada affetmemek insanın geçmişe mahkum olmasından ortaya çıkan acıları durdurma çabasından başka bir şey değil.
İnsan geçmişte kendisine acı veren bir kişiyi, bir olayı, bir durumu, bir mekanı vs affetmeyerek, o enerjiyi orada donduruyor ve bir duvar haline getiriyor. Affetmediği sürece o duvar orada gayet güçlü bir şekilde durarak kişiyle geçmişte yaşadığı acı arasına set çekiyor. Böylece birey kendini bir çeşit affetmeme duvarı ile acılara karşı güvene alıyor.
Yani şöyle düşün, sevgilin seni aldattı ve bunu öğrendin, müthiş acı çektin. Canın yandı, bir daha o acıyı yaşamak istemiyorsun. Ne yapacaksın, sevgilin olan o kişiyi ve seni aldatmasını affetmeyeceksin. Böylece aldatılma olayı ve aldatan kişi ile arana affetmeme duvarını diktin.
Şimdi geleceğe doğru yürüyorsun, ama artık affetmeme duvarın var, daha güvendesin. Potansiyel sevgili olabilecek herhangi biri ortaya çıktığında affetmeme duvarı hemen aranızda belirecek çünkü potansiyel sevgili potansiyel aldatılma demek. Ama artık senin bir duvarın var, o kişi sevgilin olsa bile o duvar artık hep aranızda ve seni koruyor.
Evet, o duvar sana güven veriyor ama sonuçta o bir duvar ve her ne kadar enerjisel bir duvar olsa da mekanda yer kaplayan bir şey. Enerji de zaman ve mekana bağlıdır. Böylece mekanda yer kaplayan bu enerjisel affetmeme duvarı, potansiyel sevgili ile eski sevgilinle olduğu kadar yakınlaşmanı engelleyecek. Zaten bu duvarın bütün olayı da bu, bir çeşit enerjisel kalkan. Böylece yeni kişi seni aldatsa bile kendini o kadar da aldılmış hissetmeyeceksin çünkü o kadar yakın olmadın, hatta aldattığını öğrendin ama serinkanlı bir şekilde olayı atlattın.
Aldatıldın ve pek de bir şey hissetmedin, oysa geçen sefer acıdan ölecek gibiydin... ne oldu? Uyuşturucu almış gibi, acıyı hissetmeden olayı atlattın. Suni bir şekilde aslında. Affetmeme duvarın sayesinde, ama eski sevgilini affetseydin şimdi yine acı çekerdin. Ama bu olayda da biraz hafif bir acı olmuş olabilir, o zaman bir affetmeme duvarı daha dik, eski duvarının yanına bunu inşa et ki, iki duvar daha kalın ve güvenli olsun. Onu da affetme...
Bu yaşam acı-zevk, güzel-çirkin, tatlı- ekşi gibi zıtlıklar arasında gidip gelen dinamiklerden oluşur. Yaşamın kendisi bu, sonuç olarak acıdan kaçan zevkten de kaçar, çirkini terk eden güzeli de terk eder. Eğer acı ile arana duvar dikiyorsan bil ki, zevkle de arana bir duvar dikiliyor çünkü acı için ne yaparsan zevk için de o kendiliğinden oluşur, yaşamın dinamikleri böyle çalışır. Sen acıyla arana duvar dikerken acı-zevk dinamiğini durduruyorsun, o zaman orada yaşam da duracaktır. Sonuç olarak diktiğin her duvar yaşamla arana diktiğin duvardır.
Sıradan insan işte böyle yaşam ile arasına duvarlar diker durur, kendini kalın kalın duvarların içine hapseder, içeride güvenlidir ama özgürlüğünü de kaybetmiştir. O duvarların içinde potansiyel acı demek olan sevgili ile mesafeli duruyorsun ama o sevgili acı kadar aşk da getiriyor, o zaman o aşktan da mesafeli duruyorsun. Artık aşk yaşamıyorsun çünkü sen artık acı çekmek istemiyorsun.
Aslında insanın bu tepkileri çok normal, kim acı çekmek ister ki, aşk acıları için yapılan fedekarlık zevk veren aşk şarabından içmeyi bırakmaktır. Sıradan insan başka ne yapabilir ki, ya aşk şarabını içmeye devam edecek ve her sabah baş ağrısı ile uyanacak ya da aşk şarabını bırakacak.
Genelde insanlar da bunu yapıyor, kupkuru kalplerle dolu her yer. Peki bu mekanizmadan nasıl çıkılır?
Ebedi ruhi varlığın üç niteliği vardır; sat- çit- ananda; ebedilik- bilgelik – koşulsuz sevgi. Yani ebedi, bilge ve koşulsuz sevgiye sahip bir varlık nasıl bu kadar aciz olabiliyor? Kendine bak, bu varlık sensin. Sen ebedisin, bilgesin, koşulsuz sevgiye sahipsin. Ama durumuna bak, ne haldesin...
Bu yüzden Büyük Üstad Akif Manaf diyor ki “kendine gel, kendin ol, kendini aş”. Kendini unutmuş ruhi varlığa kendini hatırlatacak bir rehber gerek, bir Üstad gerek. İşte bunun için bir an önce Üstadı bulun ve sonsuz bilgelik ve aşk çeşmesinden içmeye başlayın.
Sevgilerimle
Şems Uzuneser
Yoga Academy Eğitmeni
www.yogaacademy.com.tr
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."