Yüz bölgesinde yaşanan ağrıların pek çok nedeni olabildiği gibi şikayetler çoğu zaman diş ağrısı ile karıştırılabiliyor. Yüzde ortaya çıkarak kişinin yaşamını altüst edebilen bu ağrıların bir kısmı bir beyin sinir hastalığı olan “Trigeminal Nevralji”den kaynaklanabiliyor.
Beyin sapı bölgesinden çıkan ve özellikle alın, şakak ve çenedeki duyuları kontrol eden sinir “Trigeminal” olarak adlandırılmaktadır. Trigeminal siniri dokunma duyularını alıp, beyne duyu olarak aktarmanın yanı sıra çene kaslarının da hareket ettirmektedir. Bu sinirde ortaya çıkan sorunlardan kaynaklanan ağrılar da yüzde alında, çenede ve şakakta hissedilmektedir. Halk arasında ani yüz ağrıları olarak bilinen Trigeminal Nevralji hastaları yaşanan ağrıyı şimşek çakan tarzda gelen, kısa süreli ağrılar olarak tanımlamaktadır. Ağrının genellikle üst ve alt çenedeki ağrılardan kaynaklandığı sanılmaktadır. Bundan dolayı bazen hastalar diş doktorlarının itirazlarına rağmen ağrılar sonlandırmak için sağlam dişlerini bile çektirebilmektedir.
Trigeminal Nevralji hastalığının kesin nedeni bilinmemektedir. Tümör, diş eti ve eklem hastalıkları, alt çenenin yüzdeki oynak yerinde görülen rahatsızlıklar ile bazen de yüz damarındaki hastalıklar ağrıya neden olabiliyor. Hastalığın belirtisi olan ağrılar yemek yerken, konuşurken, tıraş olurken, gülerken, elma, armut gibi meyvelerden büyük bir ısırık alırken ya da yüzdeki bir bölüme dokunurken ortaya çıkabilmektedir. Ağrıların yaşanma sıklığı yıllar içinde artarak ilerlemektedir. Hastalar yaşadıkları ağrıyı azaltmak için mümkün olduğunca yüzün ağrıyan tarafıyla yemek yememeye, gülmemeye ve bir şey ısırmamaya özen göstermektedir. Her yüz ağrısını trigeminal nevralji olarak düşünüp, nedeni bilinmiyor diye kabul etmemek gerekir. Ağrının altında yatan bir sorun varsa, bunun mutlaka bir uzman doktor tarafından araştırılması önem taşımaktadır.
Trigeminal Nevralji toplumda 100 binde 5-7 kişide görülürken erkeklere oranla kadınlarda ortaya çıkma sıklığı daha fazladır. Genel olarak 50-60’lı yaşlarda rastlanması hastalığın temelinde doğumsal ya da genetik geçişin etkili olmadığını göstermektedir. Hastalık öyküsünün kapsamlı bir şekilde alınması tanının konulmasında önemlidir. Bunun yanı sıra radyolojik görüntülemedeki gelişmeler, özellikle MR tekniklerinin ilerlemesiyle daha sağlıklı tanı konabilmektedir.
Hastaların büyük çoğunluğu yaşamının önemli bir kısmında medikal tedavi görmektedir. Kullanılan ilaçlar hastalığın direncine göre 200 mg’dan 3000 mg’lık dozlara kadar değişebilmektedir. Tedavide kullanılan ilaçların bulantı, kusma, sersemlik, konsantrasyon bozukluğu ve kemik iliğinde kan hastalıklarına sebep olması gibi birtakım yan etkileri olduğu için çok uzun süre kullanılması önerilmemektedir.
İlaç tedavisinde görülen yan etkilerin yaşanmaması için uygun şartlardaki hastalar cerrahi tedavilere yönlendirilmektedir. Hastalığın erken döneminde yüze gelen sinirin kesilmesi, sinirin geldiği yerin içine alkol enjeksiyonu, içerideki balonun şişirilmesi ya da dağlama gibi cerrahi yöntemler uygulanmaktadır. Bu yöntemlerin bir kısmında başarı oranı bir hayli yüksek olsa da genellikle sorun tekrarlamaktadır. Sorunlu bölgeye Gamma Knife, Cyber Knife gibi yöntemlerle küçük dozda radyasyon uygulanabilmektedir. Bu tedavi yöntemlerinin bir takım risklerin yanı sıra hastalığın tekrarlama ihtimali de bulunmaktadır. Mikrovasküler dekompresyon yöntemi olarak ifade edilen mikro cerrahide ise hastanın kulağının arka bölgesinden girerek küçük bir insizyon yapılmaktadır. Kafatasının açılmasının ardından damarla sinir arasına teflon olarak tanımlanan yumuşak bir yastık konulmaktadır. Hastanın anestezinin etkisinden çıkmasıyla birlikte ağrı sorunu da ortadan kalkmaktadır. Başarı oranı yüzde 90-95’leri bulan bu yöntemde hastalığın tekrarlama riski de oldukça düşüktür.