Gün geliyor ve bir zamanlar o 'bittiğimiz' özellikleri, bizi bitiriyor ve bununla birlikte o kocaman aşkımız da bitip gidiyor.
Peki ruhsal sağlığımız bu durumdan nasıl yara alıyor ya da hasar görüyor? Hayatı, yanlış kişiyle paylaşmak, psikolojimizi nasıl etkiliyor?
Bu soruların yanıtlanması için, Dr. Elif Duygu Cındık`ı söyleşi konuğumuz olarak kazanmak bizi çok mutlu etti! Amerika`nın sayılı Harvard Üniversitesi mezunlarından, Almanya`nın Münih kentinde muayenehanesi olan Dr. Cındık, Psikiyatrist, Psikoterapist ve aynı zamanda Halk Sağlığı Uzmanı. Kendisiyle yaptığımız bu keyifli söyleşimizi bir solukta okuyacağınızdan eminiz!
Elif Hanım, "aşkın gözü kör" denilir. Bu hayli yaygın deyimi, bilimsel olarak masaya yatırdığımızda, nasıl bir sonuç elde ediyoruz? Psikolojik açıdan neler oluyor bize, âşık olduğumuzda?
Aşk dediğimiz, istek dediğimiz veya tutku olarak adlandırdıklarımızın tümü, tamamen beynimizde olup bitiyor. Sadece 1,5 kilo ağırlığındaki ve sayısız sinir hücresi ve bağlantılardan oluşan beynimizdir, hislerimizi, heyecanlarımızı ve hayallerimizi yönlendiren. Aşık olduğumuzda, kafamızın içindeki hormonlar idareyi adeta ele geçirirler. Bunun nedeni ise, salgılanan maddelerdir. Aşık olanların, duygusal açıdan neden 'uçtukları'nı araştıran ve aşkın bir hastalık olup olmadığını inceleyen bilim uzmanlarının tespiti hayli ilginç: Buna göre aşk, büyük boyutta kimyasal bir sonuç!
İnsanların çoğunun mağruz kaldığı konu hiç şüphesiz, 'yanlış kişi' ile birlikte olmak... Sizce bu 'yanlışlığın' psikolojik sonuçları insanlar tarafından hafife alınıyor mu? Özellikle kültürümüzde 'kader' denilerek, bu yanlışlığı sürdürmenin sağlığımıza verdiği zararlar küçümseniyor mu?
Birliktelik süre gelirken, birbirine karşı isteksiz olma veya karşılıklı öfke duyma gibi hisler birikir. Hatta kadın zamanla, erkeğin kendisini hasta ettiğinden ve kendisi için yanlış kişi olduğundan emindir, ancak ayrılma konusuna da yanaşmaz pek. Bunun kısmen kültürel sebepleri var.
Ancak kısmen de, kültürel ve toplumsal kurallardan bağımsız olarak New Yorklu modern bir kadın için de, Anadolu‘lu bir kadın için de eşit şekilde zordur. Bu durumun zorluğunu, 'evi toplama' veya 'evi fazlalıklardan arındırma' duygusu ile karşılaştırabiliriz: Bazıları gardrobunda, bir daha hiç bir zaman giymeyecekleri kesin olan eski kıyafetlerini saklarlar. Ama söz konusu onları atmak olduğunda, atmayı başaramazlar! Bir çok kadın hatta suçu kendinde arar, terapiye gider ve kendisinden gittikçe daha fazla ödün verir. Bu durumda, birlikte olunan erkek, artık hayat arkadaşı olmaktan çıkmış, yüke dönüşmüştür. Kadın buna rağmen ne ayrılır, kendini ne 'eskilerinden' arındırır, ne de son noktayı koyar. Genelde, kaç kez ayrılmak için harekete geçmiştir, ancak başaramamıştır ve bu yıllardan beri böyle süregelir. Oysa bir çok konuda hiç aynı görüşlere sahip değillerdir ve derin bir mutsuzluğa girmişlerdir!
Özellikle kadınlarımız günümüzde de, 'yuvayı yıkmama' uğruna evliliğe katlanıyor ve derin bile olsa mutsuzluklarını sineye çekiyorlar. 'Yanlış kişi' ile birlikte olmak, ruh sağlığımızı nasıl etkiliyor? Hangi sonuçlara veya psikosomatik hastalıklara yol açabiliyor?
Bu öncelikle, maddi bir sorundur. Bir kadın özellikle anne olduktan sonra çocuklarına iyi bir eğitim ve güvence vermek ister. Ancak bu imkânları, eşinin kazancı olmadan sağlama konusunda şüphe duymasından ötürü çok zaman uzlaşmalara gitmek zorunda kalır. Çok zaman kadın, kendisini hasta eden bir ilişkinin adeta tutsağıdır. Bu durumda bedensel rahatsızlıklar hisseder, oysa psikolejisidir asıl acı çeken. Hastalarımın bir çoğu, genelde baş ağrısından veya vücutlarının başka bir yerindeki ağrılarından şikayetçiler. Bu, hislerini yeterince algılamamaktan kaynaklanıyor. Örneğin eşleriyle tartıştıklarında sırt ağrıları çekiyorlar veya başka bir semptomdan müzdarip oluyorlar. Bu ağrılar genelde, ruhlarının acı çektiğine dair bir sinyalden başka bir şey değil!
"Bu kişi bana göre değil“i tespit edebilmenin en önemli kişisel şartları neler? Örneğin, insanın kendisini çok iyi tanıması ve ne istediğini bilmesi yeterli mi yoksa başka psikolojik faktörler de rol oynuyor mu?
Kendini çok iyi tanımak, çok önemlidir! Bu durumda insanın kendisine neyin iyi geldiğini ve nelerden veya kimlerden mutlaka uzak durması gerektiğini bilebilir. Maalesef bu noktada, çocukluğumuz ve çocukken edindiğimiz tecrübeler de büyük rol oynar. Çocukluğunda dövülen veya annesinin, babasının şiddetine mağruz kaldığını gören bir erkeğin, büyüdüğünde kendisinin de kaba kuvvete başvurma olasılığı çok büyüktür. Nedeni ise bu erkek için, zaman zaman şiddet kullanma, zaman zaman da ailesine sadık bir aile babası olma çok normaldir. Anne baba evimizde sevgi, iletişim ve güven hangi şekilde aktarıldıysa, biz de aynı o şekli üstleniriz çünkü. Kendi yaşam biçimimiz bu gerçegi yansıtır her zaman!
Böyle bir 'hata' yapmayı önlemek mümkün mü sizce? Kişinin sahip olduğu bilinç, yanlış adım atmayı önlemek için yeterli mi?
Şayet dinamizm olarak adlandırdığımız bu 'çalışma metodu' keşfedilirse, insanın kendisini değiştirmesi mümkün. Ancak bu noktaya ulaşmak için genelde bir psiko terapiye ihtiyaç vardır. Çocukken 'çirkin' olduğunuza inandırıldıysanız veya anne babanızın gizlilikleri ile karşı karşıya kaldıysanız, bunlara karşı gelmek zordur. Düzeltmek için güç ve özgüven ister.
Evliliklerde veya birlikteliklerde insanlar çoğu zaman birbirine 'katlanıyor' ve tabii ki sonucunda mutsuz oluyor. Hayatımızı paylaşmak istedigimiz kişi, 'ruh sağlığımızın garantörü' mü olmalı? Daha net sormak gerekirse: Mutlu olup olmadığımızı nasıl anlıyoruz?
Herkesin mutluluğu, kendi elinde! Birlikte olduğum kişiye, mutlu olmak için nelere ihtiyaç duyduğumu dile getirmek, tamamen benim sorumluluk alanıma girer! Taleplerde ve önerilerde bulunabilirim. Ancak beklediklerimi bana veremediğinde de, mutlu olmayı başka yollardan deneyebilirim. Unutmayalım ki, her şeyi birlikte yapmak gerekmiyor mutlu olmak için!
Tabii ki mutlu bir birliktelik içinde aynı şeyleri istemek önemlidir, fakat eğitim seviyelerinin, yapısal özelliklerin ve kişiliklerin aynı olması gerekmez. Aynı olması gereken tek şey, hedeflerdir. Değer verilen konular birbirine benzemelidir. Kadın aile hayatına önem veriyorsa, maceraperest bir erkek ile mutlu olma ihtimali düşüktür! O zaman birlikte yürünen yollarda engellere takılınıyor ve ilişki başarıyla sürdürülemiyor.
Unutulmaması gereken başka bir nokta ise, çoğu zaman mutsuzluğumuzun, başkasından değil, kendimizden de kaynaklanması. Bu mutsuzluktan kaynaklanan öfkeye hedef olan ilk kişi, en yakınımızda olan ve “öyle kolay kolay bırakıp gitmeyeceğinden emin olduğumuz” kişidir. Ne yazık ki bunun doğru bir hareket olmadığını çok zaman unutuyoruz. Bunu yapmak yerine, kişisel ihtiyaçlarla ilgilenilmeli. Birlikte olduğumuz insanı bir şey yapmaya veya yapmamaya kesinlikle zorlamamalıyız.”
Elif Hanım, zamanınızı ayırdığınız için okurlarımız adına da çok teşekkür ederiz!
Haber: Aysun Ertan
Dr. Elif Duygu Cındık'ın fotoğrafı: Michael Herdlein