Kardeş Çocukları dizisiyle ekranlara dönen Mehmet Aslantuğ, dün gece CNN TÜRK ekranlarında Buket Aydın'ın sunduğu '40' adlı programına konuk oldu. Mehmet Aslantuğ, babasız geçen çocukluğundan, Arzum Onan'la evliliğine; oğlu Can ile ilişkisinden eski dostu Ahmet Kaya'ya linç girişimi gecesinde yaşananlara ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Mehmet Aslantuğ, "Ahmet Kaya'nın linç yediği o geceyi nasıl hatırlıyorsunuz? O geceden sonra Ahmet Kaya ile görüştünüz mü?" sorusuna "Sonrasında zaten Fransa'ya gitmişti, görüşmedik. O zaman da öyle düşünürdüm şimdi de öyle düşünüyorum. Bu tür beyanlardan rahatsız olup, kahramanlık türküleri söyleyen ve memleketin geleceğini, birliğini, dirliğini dillerinden düşürmeyen arkadaşların ne yaptıklarına dönüp bir bakmaları gerek" diyerek yanıt verdi.
İşte Mehmet Aslantuğ'un Buket Aydın'ın sorularına verdiği yanıtlar...
BABASIZ BÜYÜMEK SİZE NE KATTI YA DA SİZDEN NE ATTI?
Oğlum Can doğduktan sonra ben onunla beraber yetim çocukluğumu da büyüttüm. Dolayısıyla sezgisel davranmam gerektiğini düşündüm ve öyle davrandım. Birtakım baba-oğul ilişkilerine tanıklık ettik, bu konuda ilgili yazılmış onlarca kitap ve söylenmiş söz var ama bu işlerde 2+2=4 etmiyor. Sadece babasız büyümedim. Biz 78 kuşağı ilginç bir iklimde büyüdük. Başka sıkıntılar yaşadık ve şimdi de sıkıntılardan arınmış değiliz. Bunun üstüne bir de yetimlik… İnsan sıkıştığında soru sormasa bile kendisine bazı soruların cevabını bir baba figüründen alması hayatın büyük bir cömertliği. Bu cömertlikten mahrum kaldım.
"EN NEFRET ETTİĞİM SORU 'KİMİN OĞLUSUN?' SORUSUYDU"
Babamı kaybedince kasabaya yerleştik. Çocukluğumda en nefret ettiğim soru “Kimin oğlusun?” sorusuydu. “Tanımazsınız” falan diye geçiştirirdik. Çocukluğum kasaba ortamında geçti. Belki sabretmeyi, metaneti öğrendik. Baba-oğul, baba-kız ilişkilerine baktığımızda içimde hiç kıskançlık yaşadığımı hatırlamıyorum. Kendimi öyle yakalamadım. Babasız büyümenin bana kaybettirdiği şeyleri bir psikologla oturup konuşsam ortaya çıkartır diye düşünüyorum. Ben onları ortaya çıkaramam ama muhakkak birçok kaybettirdiği şey vardır.
"AŞK BAZEN SAVAŞ KADAR ÇETREFİLLİDİR"
Mehmet Aslantuğ, eşi Arzum Onan'ın kanser tedavisi gördüğü süreçle ilgili şunları söyledi:
"2004-2006’da yaşanan bir süreçti o. Arzum çok soğukkanlı ve çok metanetli. Bunu sadece ben değil yakın dostları da söylüyor. Son 15 yılda heykelle tanıştıktan sonra çapraz okumaları, bizim sohbetlerimizin artması ve yaş olarak 45’lerin üzerine çıkmasıyla olgunlaştı tabi. Aşk sahiden evrelere evrilebiliyor. Derler ya; “Her aşkın içinde bir tür savaş vardır ve aşk bazen savaş kadar çetrefildir.” diye
"ÇABA VE SAMİMİYET BAZI ŞEYLERİ ÇÖZECEK"
Bir şey hatırlatmak istiyorum. Erkeklerin böyle bir sorunda kadınlarından uzaklaşmak için sebep aradıklarını düşünenlerden değilim. Yoldaşlık böyle bir şey olsa gerek. “İyiyken iyiyiz şimdi birazcık sıkıntımız var ve buna birlikte göğüs gereceğiz, daha çok el ele tutuşacağız.” diyememek için ne sebep olabilir ki. Kadından erkeğe ya da erkekten kadına. Bizim galiba biraz çabaya ihtiyacımız var. Cinsiyetten bağımsız söylüyorum. Çaba ve samimiyet bazı şeyleri çözecek.
AHMET KAYA'YLA LİNÇ GECESİNİ SONRASI BİR DAHA GÖRÜŞTÜ MÜ?
Sonrasında zaten Fransa'ya gitmişti, görüşmedik. Bizim Ahmet ile ondan önceki buluşmamızda çok yakın bir dostluğumuz yoktu. İki kez bir arada olduk. Biri Ortaköy'dedir... O zaman da öyle düşünürdüm şimdi de öyle düşünüyorum. Bu tür beyanlardan rahatsız olup, kahramanlık türküleri söyleyen ve memleketin menfaatlerini, geleceğini, birliğini, dirliğini filan iddia eden arkadaşların -ki bu hepimizin ortak kaygısıdır ayrıca kimsenin kişisel tasarrufu da değildir- yaptıkları işlerde ne tür zararlar verdiklerine, nasıl yozlaştırdıklarını, ne yaptıklarına bir dönüp bakması gerek. O zamanki fikrim de öyleydi bugün de öyle.
"ORADA LİNCE KATILANLARIN BİRÇOĞUYLA..."
Ahmet ile bu ülkeyi, bu ülkenin hikayesini, öyküsünü, dününü, bugününü, sıkıntılarını, mutluluklarını, coşkularını haftalarca sabahlara kadar konuşabilirsiniz. Çok konuşabildiğim için değil yani... Orada bu lince katılanların birçoğuyla bu konuları iki saat bile konuşamazsınız. Şimdi çelişkiye dikkat çekmek istiyorum.
Orada Arzum kaostan yalnız kalıyordu, 'Bana biraz izin vermen gerek şimdi' diye kalkmıştım. Bu konu tabi çok tartışıldı. Bu benim meziyetim değil, tekrar ediyorum başka konularda olduğu gibi. Bu toplumun ne yazık ki süzgecindeki sıkıntı. Sonra ortaya çıkan şeylerde temize çekildi ama... Soruya net cevap şudur oradaki refleksi belirleyen şey sadece bir haksızlık değil, bir muhakeme ve mukayesedir. Bir çok sebeple.
İDEAL TÜRK ERKEĞİ PAYESİNİ SAADETTİN SARAN İLE PAYLAŞMAK SİZE NE HİSSETTİRİYOR?
Bunu Saran’a da sormak lazım. Buradan ben kendi adıma bir şey üretmiyorum. Tam tersine bunlar benim yağımdaki insanları inciten, rahatsız eden, bazen üzen bir durum. Sanıldığı gibi hoş bir durum değil bu. Saran’ın hoşuna gidiyor mu bilemem. Bu konuda araştırmalar nasıl yapılıyor? İnsanlar akıllarına geleni mi söylüyor? Buna ne diyeceğimi gerçekten bilemedim.
EŞİ VE OĞLUNUN OLDUĞU BİR PROJESİ VAR MI?
Bu 93’te başlayan bir süreç. Sıcak Saatler’i yaptı, Aşkın İkinci Yarısı’nı yaptı başka şeyler de yapacaktı bunları planlamıştık ama işte biraz nöbeti tutmak lazım. Arzum'un heykel meselesi çok istediği gibi ve kıvamında gidiyor. “Ben sağdan soldan gelen tekliflerle heyecanlanmıyorum, sahiden hikayesine kefil olabileceğimiz bir şey gelirse yapalım” diyor. Bizim atölyenin biraz butik bir yapısı var. Yarın öbür gün gençler orada mevzilenirler. Can da orada olur, arkadaşları da olur. Bunlar mümkün tabi.