Çocukluğunuz ve ilkgençliğinizin Fellini filmleri gibi geçtiğini söylemişsiniz. Peki günümüzü nasıl buluyorsunuz? Şimdi nasıl geçiyor hayat?
Şaşkınlıkla. Hayal bile edemeyeceğim kadar mutsuzlukla. İnsanoğlu kâinatın en kötü varlığı. En çok buna şaşıyorum. Neden böylesi bir rüyanın içinde biz varız? Neden bu cenneti hunharca mahvediyoruz? Bu hıncı, kötülüğü nereden ediniyor insan? Bulamıyorum. Yaşama dair hiçbir sırrı çözemeden göçüp gideceğim.
Peki bu durumlarda nelere tutunuyorsunuz?
Küçücük evin bir odasına tüneyip kendi âlemlerime dalmaya... Eh, birkaç çok sevdiğimle yan yana gelerek unutmaya... Umut etmeye... Balıkçı, ağdan tekir almış, biraz önce getirdi. Yarın arkadaşlarla rakı, balık, salata yapacağız. O kadar, bazen işte. Uzaktan müzik sesi gelir. İyi şeyler düşünürüz. Bazen gülüp eğleniriz.
Bir yanınızla çok sert, mesafeli duruyorsunuz. Bir taraftan da sevimli ve babacan.... Siz Uğur’u nasıl anlatırsınız?
Nasıl durduğumu bilmiyorum. Hayat karşıma ne çıkarıyor, onu da bilmiyorum. Kendimi herhalde tarif edemem. Yalnız fazla hassas ve duygusalım. Belki mesafeli gözükmem içe kapanmamla ilgilidir.
O zaman adım adım gidelim. 64 yaşındasınız. 60’tan sonra neler oluyor?
Yaşla ilgili sorulara dalmayalım. Çünkü bir idrak söz konusu oluyor. Toparlanıp gidiyoruz gibi bir hissiyat. Daha ben oralara gelmedim. Benim yaşla ilgim yoktur. Mesela 64 yaş neye delalettir, bilmiyorum. Ona göre bir davranış mı sergilenir? Artık amca mıyım? Hatta “Bak Uğur Dede geçiyor” diyorlar. Neyim, bilemiyorum. En çok “Uğur Babaaaa!” diyorlar. Ama dede olduk artık hitaben. Kendimi genç hissediyorum demek istemem ama yaşın farkında değilim.