At izinin, it izinin önünde düğmelerini iliklediği bir çağdan yazıyorum. Yapmakla yapmamak arasında kaldığım pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da bir şeyler gevelememin gerekip gerekmediğini takriben 5 dakika düşündüm ve her zaman olduğu gibi çok da düşünmeden yapmaya karar verdim. Bu defa inanılmaz ama eli hamur kokan Hanife teyzelerin minnoşluklarından bahsetmeyeceğim. Methiyeler düzmeyeceğim ve hatta türküler söylemeyeceğim. Sanılmasın ki Hu diyen bozkırlardan, uğuldayan baykuşlardan ve hatta zerdüştlükten vazgeçtim. Belki de sadece incindim. Ait olduğum her yerden kovulunca farkettim, ait olduğum her yer benim aslında. Durun durun korkmayın Hallac’a imrenmedim. Sadece darağacında sallandırılmamak için mübalağamı hafiflettim. Oysa gerek yoktu bu kadar uzun bir girizgaha. Yine de kolay değil sevilmek arzusuyla dört bir yana saldıran; ancak daha çok savrulan ve asla aymayan bir kavganın orta yerinde sararan yapraklara şiirler söylemek. Düğünlerde döndürülen semazenlerin gözlerinin içine baka baka
deyişlere gönül vermek... Gönlün olanca ağırlığıyla belki de yalnızca bir inşirah beklerken, gerçekten kolay değil muasır medeniyetler seviyesine erişmek. Fakat hala ümit var. Çünkü inanılmaz olsa da, deli deliyi dakikada buluyor hala. Gözbebeklerinden tanışlar. Evet tanış. Böyle deyince tabiki yine yine ve yine hiç havalı olmadı. Keşke şeytan taşlamak için ilk taş paketi satıldığında Mekke’de, hemen bir meeting düzenleseydik ve kimliksizliğin pençesinde boğulan herkesi davet etseydik.
Belki sahiden tanış olma şansımız olurdu ve biterdi bu yarış. Böylece küçük şehirlerdeki varsıl ailelerin okuyup adam olsun diye büyükşehire gönderdiği
çocukları, kendini zengin zanneden çocukları, dört bir yanımıza nargileci açmaz ve oralarda elindeki tesbihle ne çektiği belli olmayan sahte Kiziroğlu Mustafa Bey’ler hayırlı eş aramazdı. Ya da yalnızca satın alabildikleriyle kendisini ifade edebilen kayıp insanlar, ahlak satmaya başlamazdı. Başlamazdı da dört bir yanımızı sarmazdı bu kadar ayıp. Hakikaten nereden türedi bunlar? Hep o Hobbes yaptı
bunları. Evet Thomas Hobbes. Yazdı yazdı bitiremedi be! İnsan insanın kurdudur diye diye zehirledi dünyayı. Yine de Leviathan’ın en sarsıcı başyapıt olduğunu kabul etmezsek çarpılırız. Halbuki salatayı ortadan yemeye alışmışız, nasıl ayıracağız o toplum sözleşmesinin bileşenlerini Allah aşkına? Nasıl anlatacağız insanın insana yurt olsun diye yaratıldığını, en popüler olanın her zaman
en iyisi olmadığını, olamayacağını, saklı cennetleri, şiirli geceleri, sevenin sevdiğine sevdiğini söylemediği her dakikanın nefesimizi kestiğini? Onlar; kazançları biraz yükselince satın alabildikleri herhangi bir metadan saatlerce bahsedince sınıf atlayabileceklerini zannederken, marka çantamdan utandığım o geceyi nasıl anlatacağım? ‘Adam aldırma da geç git!’ diyemem aldırırım. Çünkü onlar herşeyde hakkı olduğunu zanneden herhangi birileri ve bunun hafifletilecek herhangi bir yanı yok. Daha nazik bir ifadesi yok. Ancak bu konunun kendini çok özel zannetmekle ilgili kekremsi bir yanı daha var. Ve farklı olmaya çalışırken, her geçen gün daha fazla dogmalaştırdıkları doğrularını kafamıza savuranlarla ayrıca derdim var.
Çok değil sadece elli yıl önce, insanların hayatla yada varoluşuyla ilgili bir dünya görüşü vardı. Doğru yada yanlıştı. Ne kadar insancıldı. Şimdi bizi bize kırdırdılar diyorlar; ama içinde barındırdığı tüm çelişkilere rağmen sağcıların da solcuların da bir yaşam felsefesi vardı. İnsanlar; kendilerini başkalarının kategorize etmesine müsaade etmeden, bizatihi ayrıştırıp bir kutunun içine koyup yaşamını idame ettirebiliyordu. Şimdi öyle değil. Şimdi hep başkaları karar veriyor kutumuzun rengine. Biz hiç bir kutuyu beğenmeyip, rengarenk boyanınca da bozulup, saldırıyorlar üzerimize. Saldırın ne çıkar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun korkma nasıl böyle bir imanı boğar? Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Akif ne güzel adam değil mi?
Ne zaman sıkışsam imdadıma yetişiyor. Her defasında da beni kurtarıyor. Akif Bey söylesene daha kaç defa sürüleceğiz? Daha kaç iftiraya göğüs gereceğiz birlikte? Kendi çöplüğünde bile ithal yem yemekten sesi cılız çıkmaya başlayan horozları ne zaman keseceğiz? Bundan takriben ben diyeyim beş, sen de on yıl önce, felsefe dersindeydik. Arkadaşım sordu: ‘Ben Atatürk’ü seviyorum; ama annem kapalı. Benim görüşüm ne?’ O yaşlar, onay almadan adım atmaya cesaret edemememizin normal değerlendirilebileceği yaşlar olduğu için bu cümleye şimdilik nefret kusmayacağım. Öğretmen cevap verdi: ‘Sosyal demokratsın.’ Karar verdi, etiketledi ve kutusuna koydu arkadaşımı. Oysa dostum sen en iyi özel okullardan birinde ve aynı gelir düzeyine sahip ailelerin çocuklarıyla okurken ne kadar sosyal olabilirdin? Ne kadar demokrat? Olsan olsan burjuva olurdun ki o bile olamazdın; çünkü sınıf atlamaya çok yaklaşan ailen tekstilci krizinden sonra muhtemelen iflas etti. Ve Fransa’da değildik. Yurtdışında yaşayan akrabaların da sana sınıf atlatamazdı. Eskidendi o Almanya’daki akrabaların her memleket ziyaretinde farklı bir Mercedes’le yurda döndüğü zamanlar. Şimdi senin için yapabilecekleri maksimum iyilik, pahalı bir botu Türkiye’ye kargolamak olabilir. Ama tabiki bunu sana söylemediler ve sen orta direğin yükselen gururu olan en arkadaşlarınla kendini zengin zannetmeye devam ettin. En sevdiğin dostların ise küçük şehirlerin varsıl ailelerinin büyükşehire kendini özel zannetsin diye yolladığı çocukları oldu.
Bu yüzden ne sınıf atlayabildin, ne sosyal olabildin, ne de demokrat. Belki bir Instagram fenomeni? Sahi söyle oldun mu? Fenomenliği kastetmiyorum. Demokrat yani. Olabildin mi? Fenomenler yaşamak için bir sebep bulabildi. Sen bulamadın ki…
Her geçen gün avuçlarında patlayan mutsuzluklarına zaman zaman gülmüyor değilim. Zira benim de nefsim var. Yine de sınıf atlama merakına yenik düşen herhangi birinin dahi üzerimde hakkı var. Çok agresif oldu bu yazının biraz sükunete ihtiyacı var. Bu şiardan hareketle söylenmemiş şarkıları da en çok biz söyleyeceğiz. Biz dedim yine. Kim soktu bu toplum bilincini bendime? Çekilin şurdan Y kuşağıyım ben be. Fevriyim. Asiyim. Özgüvenliyim.Tüketiciyim. Tüketiciyim.Tüketiciyim… Genellemeler suratıma suratıma haykırıldığında aslında daha çok iticiyim. Çünkü her birey kendi özelinde başka bir dünya. Aslında her biri başka bir travma… Bu yüzden genellemeleri sevmiyoruz. Ve ne kadar tüketirsek tüketelim katiyyen insan tüketmiyoruz. Daha çok kahve tüketiyoruz; çünkü kahvenin hatırı var. Kırk yıl kadar... Tamam mı? Keşke benim de olsa takipçim makyaj yapan fenomenler kadar. Ne yazık ki hezeyanlarım para etmiyor, büyük hissedilen kutular kadar. Adamlar’ın bu konuya ilişkin ve Mevlana’nın kemiklerini sızlatacak çok güzel bir şarkısı var. Yine de incitmiyor düğünlerde dönen semazenler kadar: ‘Alevler içindeyim, alemler içinde. Aşık olan çekiyor, hayat durmuyor acele. Ben kendi yoluma bakarım, gel demiyorum. Sen de gelme
istemiyorum.’
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."