ART Tıp Merkezi Uzman Psikolog Arzu Güneş hamilelik ve sonrasında görülenbilen yetersizlik duygusu ile ilgili bilgilendiriyor.
Şüphesiz her kadının, anne olmayla ilgili bazı temel içgüdüleri vardır. Bunlar sayesinde anne, doğal olarak, hamilelik sürecinin üstesinden gelme ve doğumdan sonra yavrusuna gerektiği gibi bakma becerisine sahiptir. Ancak bir yandan dünyaya bir çocuk getirecek olmanın heyecanı, bir yandan hamilelikte yaşanan hormonal değişiklikler ve fizyolojik güçlükler, diğer yandan ise gelecekle ilgili kaygılar ve modern yaşamın neden olduğu “en iyi olma baskısı” kadının doğal becerilerini baltalayabilmektedir. Bu nedenle birçok kadının, hamilelikle birlikte başlayan ve anneliğin ilk ayları boyunca devam eden yetersizlik duyguları yaşadıkları bilinmektedir. Bu durum bazen daha da uzun sürmekte ve bunlara “Doğum Sonrası Hüznü” ve “Doğum Sonrası Depresyonu” gibi duygusal rahatsızlıklar eşlik etmektedir.
Bu rahatsızlıklar doğum yapan kadınların yaklaşık %15'inde görülmektedir. Gebelik sonuna doğru çok yükselmiş olan östrojen, progesteron ve böbreküstü bezi hormonlarının doğumdan sonra birdenbire hızla azalması bu sıkıntıların önemli nedenlerindendir. Genellikle hamileliğin sonuna doğru veya loğusalığın ilk haftasında başlar ve üzüntülü, sıkıntılı, ağlamaya yatkın ruh hali şeklinde görünürler. Anneler; bitkinlik, neşesizlik, enerjisizlik, isteksizlik, hayattan zevk alamama ve ilgisizlik gibi yakınmalar yaşarlar. Bunun yanı sıra, bebeğin bakımı için gereken uğraş ve çabayı göstermeye çalışırken durum daha da ağırlaşır.
Doğum sonrası hüznü veya depresyonu yaşayan annelerin önemli bir kısmının, bebeklerine gerektiği gibi bakmakla ilgili yetersizlik duyguları ve kendi bireysel hayatlarının artık sona erdiğine dair depresif düşünceler yaşadıkları bilinmektedir.
Yetersizlik Duygusunu Daha Çok Kimler Yaşıyor?
Özellikle ilk bebeğini dünyaya getiren annelerde; bireysel yaşamın artık eskisi gibi olmayacağı korkuları, eş ile ilişkinin birçok açıdan olumsuz yönde değişeceği beklentileri ve bebekle ilgili kaygılar zorlayıcı olabilmektedir. Buna ek olarak kendini anne olmaya tam anlamıyla hazır hissetmeyen, bir bebekle baş edebilecek becerileri kendinde göremeyen ve çok kaygılı olan anne adayları yetersizlik duygusunu daha çok yaşamaktadır.
Hamilelik öncesinde yaşanan çeşitli suçluluk duyguları (hamile olduğunu öğrenmeden önce içtiği bir ilaç, aldığı bir kadeh alkol veya maruz kaldığı stres durumları nedeniyle) da, anne adayının yeterli ve iyi anne olamayacağı inancını besleyebilmektedir. Ayrıca; kendileriyle ilgili gerçekçi olmayan beklentilere sahip olan, annelik konusunda yüksek standartları olan kadınlar için anne olduklarında yetersizlik duygusu kaçınılmazdır.
Sütü gelmeyen veya sütü yetersiz olan anneler de, yetersizlik duygusunu daha fazla yaşamaktadır. Sezaryenle doğum yapan ve doğum sonrasında fiziksel sıkıntılar yaşayan anneler, yine daha fazla yetersizlik hissetmekte ve olumsuz duygu durum içinde olabilmektedirler.
İnsanlar kendi içlerinde olanı bazen diğerlerinin dıştan nasıl göründüğü ile karşılaştırırlar. Kendimiz mutsuzken başkalarına bakar ve onları mutlu, başarılı, etkin, yetkin ve iyi görürüz. Bu nedenle yeni anne, kendini diğer insanlardan daha yetersiz hissedebilir. Ona göre etrafındaki herkes hayatına normal bir şekilde devam ederken kendi hayatı alt üst olmuştur. Bu durum kendisini daha da mutsuz, zayıf, başarısız ve yetersiz hissetmesize neden olacaktır.
Yetersizlik Duygusu İnsan Varoluşunun Bir Parçası Mıdır?
Freud ve Jung ile birlikte psikodinamik kuramın üç büyük temsilcisinden birisi olan Alfred Adler “İnsanın varoluşunda yetersizlik duygusu vardır, bu normaldir ve davranışları güdüleyen, onun ilerlemesini sağlayan bir güçtür” der. Ve şöyle açıklar: “İnsan olmanın, aşağılık duygusuna kapılmak olduğunu uzun zamandan beri ısrarla belirtmekteyim . . . . . Yetersizlik duygusu inatçı bir hastalıktır ve en azından bir iş yapıncaya, bir ihtiyaç karşılanıncaya ve ya bir tansiyon azalıncaya kadar devam eder.”
Aslında her anne yetersizlik duygusu yaşar. Bu, anne adayı veya yeni anne için son derece normal bir durumdur. Ama sağlıklı bir süreçte bu duygunun yeterlik duygusuna dönüşmesi ve annenin bebekle arasında kalıcı güven duygusunu oluşturması beklenir. Çevrenin yardımı ile suçluluk ve yetersizlik duygusu artan anneler için ise durum tam tersidir. Böyle durumlarda, anne ve çocuk arasında, bazen yaşam boyu sürecek “güven eksikliği” ve “yanlış bağlanma” sıkıntıları yaşanabilmektedir.
Yetersizlik Duygusunda Çevrenin Etkisi
Hamilelik ve doğumdan hemen sonra annenin birçok açıdan desteğe ihtiyacı olacaktır. Bebeğin tutulması, beslenmesi, uyutulması, yıkanması gibi konularda tecrübeli ve güvenebileceği birinden yardım alması; annenin güven ve yeterlilik duygusu hissetmesine yardımcı olur. Özellikle ilk bebeğini dünyaya getiren birçok anne, yeni doğan bebekle ilgili becerilerinin yetersiz olduğunu düşünmektedir. Yakınlarından aldığı destek ile annenin bu düşüncesinin, “yapabiliyorum” ve “yeterlilik” duygusuna dönüşmesi beklenmektedir.
Anneye beceremezsin mesajları verilmesi, bebek doğduktan sonra tecrübesiz annenin beceri ve davranışlarının eleştirilmesi veya beğenilmemesi de, yetersizlik duygusunu arttıracaktır.
Bebeğin fiziksel bakımını, duygusal ihtiyaçlarını gerektiği gibi karşılayamayacağına inanan anne yeterli hissedemez. Yardımla da olsa bebeğin ihtiyaçlarını karşılayabildiğini görmesi gerekir.
Çevre desteğinde en büyük görev eşe düşmektedir. Kendisi de baba olmanın karmaşasını yaşıyor olsa da, eşine elinden geldiğince destek olmalıdır.
Yetersizlik Duygusu Yaşayanlar Neler Yapmalı?
Annenin uzun süre üzerinden atamadığı yetersizlik duygusuyla baş etmek için psikolojik yardım alması çok yararlı olacaktır. Psikolojik yardım sürecinde öncelikle annenin kendisiyle ilgili gerçekçi beklentiler oluşturması sağlanmaya çalışılır. O da bir insandır; yalnız kalma, kafa dinleme, arkadaşlarıyla olma, eğlenme gibi bireysel ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Bu bakış açısını kazanamayan anne, yetersizlik duygusundan da kurtulamayacaktır.
Yeni doğan bebeğini günde bir saat bile bırakamayan, başkasına güvenemeyen, bebeğine bağımlı anneler için risk fazladır. Yaşadığı yetersizlik duygusundan kurtulmak için; sosyal yaşama olabildiğince çabuk karışmak, günde hiç değilse birkaç saati bebeğinden ayrı geçirmek, bebekten önceki yaşamına ait bazı alanları koruyabilmek, kendini iyi hissettiği aktiviteleri ve ilişkileri sürdürebilmek gereklidir. Sağlıksız biçimde bebeğine bağımlı olmak, yeterlik duygusunu artıran değil tam tersi baltalayan bir durumdur.
Yeni annenin kendi annesiyle olan ilişkisi ve çocukluğunda karşılanmamış olan duygusal ihtiyaçları, bazen bebeğiyle sağlıklı ilişki kurmasına ve doğru bağlanmasına engel olabilir. Böyle bir durumda da psikolojik yardım çok yönlü yarar sağlar.
Eş ve yakın çevreden aldığı “onay” annenin yeterlik duygusunu çok etkilemektedir. Bu nedenle zaman zaman yapılan çift ve aile görüşmeleri, annenin ihtiyaç duyduğu onayın çevresindekiler tarafından fark edilmesini sağlayacaktır. İyi niyetle de olsun genç anneye “bebeği öyle değil böyle tut”, “aman çocuğu düşüreceksin”, “çocuğu üşüteceksin” gibi eleştirel geri bildirimler verilmesi yanlıştır. Bu eleştirilere maruz kalan anneye de, böyle durumlarda karşısındakini durdurma becerisi ve olumsuz duygularını bu kişilere doğru biçimde ifade etme becerisi kazandırılmaya çalışılır.
Ayrıca, annenin bebekli yaşamı doğru biçimde planlaması ve kontrolü eline alması, yaşadığı yetersizlikten kurtulması için çok işe yarayacaktır. Haftalık program yaparak; amaçlarına uygun, yapabileceği adımlar belirleyebilecek ve hızını bu adımlara uygun olarak ayarlayabilecektir.
Annelere ayrıca;
Arkadaşları ile buluşmaları,
Dışarıda yalnız zaman geçirmeleri,
Bakımlarına zaman ayırmaları,
Evde de yalnız zaman geçirmeleri,
Bebeğin sorumluluğunu eş ve diğer yakınlarıyla paylaşmaları,
Egzersiz, yürüyüş yapmaları,
Eskiden hoşlandıkları birkaç şeyi sürdürmeleri,
Eksik yaptıklarına odaklanmamalarını,
Kendilerini başkalarıyla karşılaştırmamalarını,
Gülebilecekleri aktiviteler gerçekleştirmelerini,
Öneriyorum.
Çiftlere öneriler:
İyi bir iletişim sahip olmak: İyi bir iletişim, açıklığı ve çatışmalarla baş etmeyi içermelidir. İyi bir iletişim, birçok sıkıntılı durumda olduğu gibi hamilelik ve yeni bebek sahibi olunan durumda da, çiftin en önemli sorun çözme enstrümanıdır.
Hamilelik ve lohusalık konusunda bilgi sahibi olmak: Öncelikle lohusalık zor bir yaşam sürecidir. Hele ki ilk bebekte, bu süreç anne için hem fiziksel hem de duygusal olarak zorlayıcı olabilmektedir. Bu dönemde farkındalık ile eşinin yanında olan erkek, bebeğin sorumluluklarını olabildiğince paylaşmalıdır. Ayrıca; annenin olası duygusal hassasiyeti konusunda gerçekçi beklentileri olan bir eş, bu sürecin kolay atlatılmasına çok yardımcı olur.
Eşler arası iş bölümü, görev ve sorumluluk hazırlığı yapmak (adalet duygusunu sağlamak): Özellikle ilk bebekten sonra birçok çiftin ilişkisi olumsuz etkileniyor. Bu tehdidin farkında olan ve önceden önlem alan çiftler; ya hiç sıkıntı yaşamıyor ya da kısa sürede ilişkilerini toparlıyorlar. Özellikle ev işleri, bebeğin sorumlulukları çok fazla kadına kaldığında çiftin arasındaki mesafe açılmakta, kadında adaletsizlik duygusu gelişebilmektedir. Bu da bir ilişki için önemli bir engeldir.
Bireyselliğe zaman ayırmak: Hamileliğin son döneminde ve bebek dünyaya geldikten sonra yaşamı çok değişen anne bu duruma adapte olmak konusunda mutlaka zorluklar yaşayacaktır. Annenin (ve babanın) yaşamı ne kadar az etkilenirse, bireysel haz aktiviteleri ne kadar sürdürülebilirse o kadar iyidir.
Çift olarak birbirine zaman ayırmak: Özellikle bebek dünyaya geldikten sonra aralarındaki ilişkiyi ihmal etmeyen, birbirine vakit ayıran ve baş başa geçirdiği zamanın kalitesini yüksek tutmaya çaba harcayan çiftler bu süreçten ilişkileri olumsuz etkilenmeden, hatta güçlenerek çıkmaktadırlar.
Annelik ve babalık duygusunun farklı süreçlerde olgunlaştığının farkında olmak: Baba olma duygusu annelik duygusundan çok sonra olgunlaşır. Çünkü anne adayı 9 ay bebeği karnında taşırken annelik duygusunu yoğun biçimde yaşamakta ve bebek dünyaya geldikten sonra da gerek süt vererek gerekse onunla çok daha yoğun vakit geçirerek anneliği çok önce benimsemektedir. Baba ise, yeni doğan bebekle sınırlı bir birliktelikle başlayan ilişkisini bebek büyüdükçe geliştirebilmektedir. Bu gerçeğin her iki ebeveyn tarafından bilinmesi, anne ve babanın birbirini anlamasını kolaylaştıracaktır.
Gerçekçi beklentilere sahip olmak ve beklentileri eş ile (veya kimden bekleniyorsa) açıkça konuşmak: Gerçekçi olmayan beklentiler hayal kırıklığı getirecektir. Beklentilerinin gerçekçi olup olmadığını kişi karşısındakini tanıdıkça analiz etmeli ve gerçekçi olmayan beklentilerini değiştirmelidir. Ayrıca konuşmadan anlaşılmayı ya da istemeden isteğinin karşılanmasını beklemek son derece yanlış ve değiştirilmesi gereken bir yaklaşımdır. (“Ben isteyince bir kıymeti olmaz. Ben istemeden/söylemeden istediğim şeyi yapmalı.” Anlayışını değiştirmek.)
Kök aileler konusunda çift olarak ortak kararlar almak ve gerektiğinde birlikte sınır koymak: Kök ailelerin, yeni doğan bebeğe karşı olası tutumları konusunda çift önceden konuşmalı ve endişelerini belirtmelidir. Bu aşamada ortak kararlar alınmalı ve daha sonra tutarlılıkla uygulanmalıdır. Ancak kök ailelere de bebek/çocukla zaman içinde kuracakları ikili ilişkilerde bir özgürlük alanı sağlamak ve bu alana müdahale etmemek gerekir.