Kafamız her zaman karışık. Ne istediğimizi tam olarak asla bilemiyoruz. Bir gün uyanıyoruz ve kendimizi bir gelecek hayaliyle başbaşa buluyoruz. Çoğu zaman gerçeklikten uzak oluyor bu. Zaten akşamüstünü bulmuyor, bir karamsarlık çöküyor üstümüze. Sabahki tezimizi akşam olmadan çürütüyoruz. Güncellenmeye muhtaç genetik mirasımız ve yerleştirilmiş düşünce yapımız yaka paça çekiştiriyor bir yandan. Gerçeklerimizle yüzleşmek aklımıza gelmiyor. Ya da bizim gerçeklerimiz hayatın gerçeklerine uymuyor. Bu iki durum da başka başka yollardan aynı kapıya çıkıyor tabii. Çünkü yaşanan teknolojik gelişmenin ve bunun sonucu olan kültürel dekadansın getirdiği bir uyumlanma zorunluluğu var. Biz bu acı tablonun mağdur çocuklarıyız maalesef. Çağın hızına uyumlansak, maneviyatı kaçırıyoruz. Duygularımızın akışına kapılsak, çağa göre yavaş kalıyoruz. Ne yazık ki birine maddi, diğerine manevi olarak muhtaç olduğumuz bir devri yaşıyoruz. Hangisinden vazgeçsek diğeri sıkıntıya giriyor. Kendimizi, kurtulması güç bir paradoksun içinde buluyoruz.
“Biz bu sonucu hak etmedik. Ömrümüz bu talana layık değildi,” diyor ya şair, tam da bizi anlatıyor. Okuldan evimize gelip koşa koşa sokağa çıkan çocuklardık biz. Kimimiz biraz daha fazla kitap okur, kimimiz biraz daha fazla spor yapardı. Hatta çok azımız oturur şiir yazardı. Akşam evlerimize gelirdik. Şanslı olanlarımız bir aile sofrasında karnını doyururdu. Sonra hep beraber televizyon seyreder, vakti gelince kalkıp yatardık. Okullar tatilse eğer yine sokağa çıkar arkadaşlarımızla çekirdek çitlerdik. Kahkahalarla gülecek şeyimiz çoktu. Cebimizde paramız, kalbimizde kaygımız yoktu. Yarın için endişelenen ailelerin çocuklarıydık belki ama bu endişeyi çok da içselleştirmezdik. Bir roman gibi biterdi akşamlarımız.
Derken, aynı jenerasyona daha önce hiç denk gelmemiş bir hızla hayatımız değişmeye başladı. Önce cep telefonuyla tanıştık. Akşam, babalar işten döndükten sonra telefonla konuşamadığımız herkesle müthiş bir iletişim olanağıydı da aynı zamanda. Eskiden sadece evde olup olmadığını öğrenebildiğimiz herkesin o an ne yaptığını öğrenebilme imkanı da getirdi bu buluş. Saat verip bir noktada buluşmaların sonu da gelmeye başladı yavaş yavaş. Önce toplu randevulara geç kalmaya başladık. İşimiz çok yoğun olduğundan da değil ha. Sadece aradığımız anda onlara katılabilme imkanını bulduğumuzdan.
Duygularımızı biriktirmeye gerek kalmadı önce. Aklımıza gelen en güzel cümleleri bir kısa mesaj vasıtasıyla sevgiliyle paylaştık. O güne kadar yazılmış milyonlarca aşk mektubu için sonun başlangıcıydı bu. Paylaşmak bir boşaltım şekliydi aslında, anlayamadık. Gerek de yoktu belki bu konuda bir hassasiyete. Ancak şiirler bitti. Eskiden sevgiliye yazılmış aşk şarkılarının o insanın içine işleyen güfteleri bir duygu taşmasının sonucuydu aslında. Aşk hala aşktı, sevgili hala sevgili. Ama duyguları gelişine paylaşınca, hepimiz için bir dönemin sonu da kendiliğinden geliverdi. Sonra her şeyi aynı hızla paylaştık çünkü. Dayanamadı bu hıza aşk, tükendi gitti işte.
Pek az zaman sonra internetle tanıştık. İş hayatlarına ve aslında yaşamın tamamına korkunç bir hız getiren bu icat, bize yeni bir eğlence kapısını araladı o yaşlarda. Mesele değildi bizim için iş güç o zamanlar; biz başka havadaydık. Okulu bitirip çalışmaya başladığımızda eskilerin aylarca bitiremediği işleri çok kısa sürelerde yapmaya başladık. Bu farkı fark edecek durumda bile değildik aslında. Böyle kolaylıklara uyum sağlamak işten değildir çünkü. Böyle oldu da çok daha fazla mı tatil yapabildik? Hayır! İş hacimleri korkunç düzeyde artmaya başladı. İnsan ömrü zaman olarak uzasa da içerik olarak kısaldı. Bize kolaylık diye sunulmuş ne varsa kapitalizm bunları tamamen kendi lehine kullandı. Boyuna da kapitalizm sözü edilmez ki diye düşünme ne olur. Bir gün baktık ki ellerimizde birer elektronik pranga. Gittiğimiz her yere yanımızda geliyor. Bir yandan başkalarının hayatlarını kısıtlarken, öte yandan kendimiz de kısıtlandık.
Gelişen bu teknolojinin doğal bir sonucu olarak daha önce eksikliğini hissetmediğimiz ihtiyaçlar da doğdu. Çok fazla gelişen haber alma yetisi, korkunç bir gösteriş iklimine soktu hepimizi. Sosyal medyanın hayatımıza girişiyle de bambaşka bir seviyeye ulaştı. Hiç önemsenmeyen birçok şey önemli hale geldi. İnsanların değerini belirleyen kriterler geri dönülmez şekilde maddeselleşti.
Peki hayat bu kadar marjinal değişirken, geleneklerin dayattığı hayat şekli değişti mi? Tabii ki değişmedi. Ne yardan geçebildi insan evladı ne serden. Ama hayatlar büyüyüp şişerken kalıbı değiştirmeyince sığamadık haliyle ve kalıplar çatırdamaya başladı. Şimdi oturup, neden bu kadar mutsuz insanlar, neden boşanmalar bu kadar arttı, neden herkes birbirini aldatıyor, neden ilişkiler bu kadar çabuk tükeniyor sorularına cevap arıyoruz. Cevap bu kadar ortadayken üstelik. Yeni dünya düzeni bu güzel kardeşim. Ya tam olarak ayak uydurur ve yeni bir mutluluk yolu bulmaya çalışırsın, ya da iki arada bir derede kalır, mutsuz ve umutsuz yaşarsın.
Bilmem anlatabildim mi?
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."