Öncelikle hep beraber hatırlayalım: Mantığın kelime anlamı doğru düşünme yöntemidir. Bununla birlikte felsefede, düşüncenin ve düşüncenin varlık biçimlerinin, ögelerinin, türlerinin, olanaklarının, yasalarının ve düşünce bağlamlarının bilimi anlamına gelmektedir. Felsefede, biçimsel mantık üç tane ilkenin üstüne kurulmuştur:
Özdeşlik ilkesi: Bir şey kendisinin aynısıdır.
Çelişmezlik ilkesi: Bir şey hem doğru hem yanlış olamaz.
Üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi: Bir şey ya doğru ya yanlıştır, üçüncü bir olanak yoktur.
Ülkemizde, bu temel bilgileri lise seviyesine ulaşmış tüm insanlar öğreniyor aslında. Tabii sonra bir unutma dönemi başlıyor. Okulda öğrendiğimiz birçok konuyu, hayatta karşılığını bulamadığımız zaman unutuyoruz ve bu gayet normal. Öyle ya çoğumuz bir kabın içindeki gazın basıncını hesaplamak zorunda kalmıyoruz hayatta. Ya da bir kütlenin maruz kaldığı eylemsizlik kuvvetinin ne kadar olduğuyla ilgilenmiyoruz. Bir havuzun ne kadar zamanda dolacağını bilmek de pek bir işimize yaramıyor. Zaten iki muslukla dolduruyorsak havuzu, o havuzu boşaltan üçüncü musluğu kapatıyoruz. Ancak mantık bütün bunlardan farklı olarak, hayatın sürekli içinde olduğu için, pratik yapma imkanını sıkça bulduğumuz bir konu. Özellikle kendi çıkarlarımızla çelişmeyen konularda çoğu insan basit mantık yürütmeyi isabetli şekilde yapabiliyor. Kendi çıkarımız söz konusu olduğunda mantıkla çok ilgilenmiyoruz tabii ama “olur o kadar” diyerek bu konuya pek girmek istemiyorum.
Bütün bunları anlatmamın acı bir sebebi var aslında. Geçtiğimiz gün, daha önce bir televizyon programına telefonla bağlanıp terör örgütü propagandası yaptığı hükmüyle Ayşe isimli bir öğretmen kardeşimiz cezaevine girdi. Ne demişti Ayşe öğretmen: “Çocuklar ölmesin!”
Teknik olarak bu bir dilektir. Ve bir dilek mantıkta önerme kabul edilmez. Ancak yine de üzerine mantık yürütmeye değer bu konunun. Şimdi bir insanımsı varlık çıkıp çok seyredilen bir televizyon programına telefonla bağlansa ve “çocuklar ölsün!” dese bunun Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı vardır. Bu tartışmasız bir nefret söylemi olduğundan muhakkak bir cezai yaptırımı da olacaktır.
Şimdi hala yapabiliyorken şöyle bir düşündüğümüzde, bir sözün hem kendisi hem tam karşı anlamlısı cezai yaptırım içerebilir mi? Bunu mantıkla açıklayabilir miyiz? Neresinden baksak acı bir gerçeği sokuyor gözümüze bu olay. Burada cezalandırılan söylenen söz değil, herhangi bir sözün söylenmiş olmasıdır. Bu tabii ki her konu için geçerli olmayacaktır ama sanırım bazı konularda herhangi bir görüş bildirmek ülkemizde cezalandırılmaktadır. Buna kafamızı çevirip yolumuza bakmak da var aslında. Oturup aşktan bahsetmek, ilişkileri konuşmak var. Etliye sütlüye karışmamak var. Ama bazen parçalanıyor yürek. Ağzını kapasan için bağırıyor. Vicdanı yapışıyor insanın yakasına. Oysa hepimiz türkü tadında yaşamak istiyoruz şu güzelliklerin cömertçe bahşedildiği ülkede. Çoğu zaman olmuyor. Her türlü tarafgirliği bir kenara bıraksan da tamamen halktan kopup devlet uygulamalarının koşulsuz destekçisi olsan da olmuyor. İçini kemiriyor gece boyu sustukların. Sana yapılmadığı için ve hatta intikam hissiyle desteklesen de haksızlıkları, hiç beklemediğin anda bir duygudaşlık ağrısı asılıyor boynuna. Hep bencil kalabilenler için de “sıra bana gelecek” korkusu nöbet tutuyor. Susarak kaçamıyorsun yani kendinden.
Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” Belki de hatayı buna kısaca “düşünce özgürlüğü” derken yapıyoruz biz. Çünkü düşünmek gerçekten de serbest ülkemizde, bunu dile getirmedikçe... Peki böyle olunca düşünmenin ne anlamı kalıyor?
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."