Öğretmenim; bi şey demek istiyorum!

Ertesi gün okulda ilk günüm, öğretmen, isimleri okuyor, sıra bana geliyor, okunan benim adım değil, bir yanlışlık olmalı diye düşünüyorum ama...

Armağan Karagöz

Ablamın sosyal medyada paylaştığı bir fotoğraftan olsa gerek hep bir noktada kilitleniyorum! Paylaştığı annemin fotoğrafı ve ben ilk gördüğümde tepkisiz kalıp, hiç yorum ya da beğeni yapmıyorum. Onun yerine, her istediğimde görebilmem için telefonuma indiriyorum.

Öncesinde, kafamda yazmayı planladığım konu uçup gidiyor ve ben geçmişten bir sürü görüntü arasında kayboluyorum. Kendimi daha fazla zorlamadan, klavyenin tuşlarına dokunuyorum.

...

Sümerbank’tan, siyah parlak bir kumaş alınmış, ablam ölçülerime göre üzerime dikiyor. Beyaz kolalı bir de yakam var. Belime kadar uzanan saçlarıma kocaman iki tane beyaz kurdele takılıyor.

Heyecanlıyım!

Ertesi gün okulda ilk günüm, öğretmen, isimleri okuyor, sıra bana geliyor, okunan benim adım değil, bir yanlışlık olmalı diye düşünüyorum ama itiraz etmeye utanıyorum ve o gün, o sınıfta ilk kez nüfus cüzdanında yazılı adımla tanışıyorum! İlerleyen günlerde de zaten ilk adım yavaş yavaş unutuluyor.

Bu satırları yazarken, konuya ilgisiz yerden, kuralsızca başladığımı biliyorum. Devamında da öyle olacak belli. Baştan başlamak yerine, sondan!

Okul hayatımın beni tanıştırdığı yeni ismimle geçen senelerin ardından…

İş hayatında ilk yılım, o sabah canım çok sıkkın, annemi bir haftadır göremiyorum. Hastanede ve ziyaret yasak. O zamanlar cep telefonu da yok, sabahın erken bir saatinde, bölüm telefonundan hastaneyi arıyorum, çıkan görevliye annemi soruyorum. Bir sessizlik oluyor, “Babanıza sabah bilgi verdim” diyor, aynı anda, bana doğru hızla yürüyen müdürün bağıran sesini duyuyorum; “kapat telefonu, kapat” Yüzüne bakıyorum, telefondaki kişinin ne demeye çalıştığını o anda anlıyorum. Telefonun başında iki büklüm oluyorum, dudaklarımdan sessizce iki kelime dökülüyor:

”Anne, anne”

Eve geliyorum, ev sabah bıraktığımın aksine kalabalık, komşularımız evde, merdivenleri çıkamıyorum, o anda, ilk ve son kez kendime, sesime hükmedemiyorum, sinirlerim boşalmış olmalı, mahalleden çok sevdiğim bir ablamızı görüyorum, kucaklıyor, sarıp, sarmalıyor.

Zaman ilerliyor, kaç gün geçti bilmiyorum, belki bir, belki iki, gelip gidenleri görmüyorum, görmek istemiyorum, ne çok seveni varmış. Öğleye doğru, camiden bir sela sesi duyuyorum ve o anda yüreğime bir bıçak saplanıyor.

Son kez evimize getiriliyor, hoca, “hakkınızı helal eder misiniz?” diye soruyor, o an, abim gözüme ilişiyor, hıçkırıklar içinde…

Mezarlık dönüşü, eve gelenler oluyor, çok kalabalık, bitişik komşumuz da evini açılıyor, komşu dediğime bakmayın, teyzemden öte candır. Uzaktan gelen misafirlere ikramları da diğer komşularımız yapıyor.

Arka odada yatıyorum, birinin sessizce diğer yatağa uzandığını duyuyorum, sonra, o zamana kadar tek bir gözyaşını görmediğim babamın, yorganın altında ağlarken, hıçkırıklarını duyuyorum! Sabah, hastanede verilen serumdan olsa gerek, hiç umursamıyorum…

Son anlarımız aklıma geliyor; gece yarısı hastaneye kaldırmamız, doktorların “Bir şey yok” demeleri, gün boyu evde sessizce yatması ve hatırım için sadece bir bardak süt içmesi, mahallede, sıradan bir poliklinikteki doktorun, kalp krizi geçirdiğini anlaması, bu kez EKG kayıtlarıyla gittiğimizde, bir gece önce bize kapıyı gösteren doktorların ilgisi, yoğun bakım ünitesine giderkenki son bakışmamız ve son sözü;

”Babana dikkat et kızım, sigara ile uykuya dalmasın”

Zaman ilerliyor, 10 gün sonra işe gitmek üzere evden çıkıyorum, her zaman yaptığım gibi kafamı kaldırıyorum, ama bu defa balkonda kimseyi göremiyorum! akşam oluyor, eve dönüyorum, ev karanlık, ev sessiz, sofra da kurulmamış, babamın erkenden yattığını anlıyorum…

Adet olduğu üzere 40. gün yerine 52. günde büyük dua yapma kararı alıyoruz. Bir hafta sonu evde yalnızken kapı çalınıyor, gençlik yıllarından komşusu, “Siz, çağırmayı unutmuşsunuzdur, ama ben gönül koymam geldim” diyor. Bir seveni daha karşımda ve ben, aileden biri gibi onun da gün saydığını öğrendiğimde konuşamıyorum ve 40. gününü arkadaşı ile beraber geçiriyoruz.

Kendimi toparlayamıyorum, işyerinde, parlak eleman adayının yıldızı kısa zamanda sönüyor, yöneticilerle aramız bozuluyor, ama güzel şeyler de oluyor, aynı iş yerinde çalıştığımız bir arkadaşımın ailesi ile çok güzel bir bağ kuruyoruz.

Öncesinde, çok samimi olmadığımız bir başka iş arkadaşımı da hayatıma alıyorum. Onay almadan bir evlilik yaptığı için ailesi konuşmuyor. Üstüne eşi de askere gittiği için yapayalnız. İkimizin de acıları yeni olduğundan olsa gerek birbirimizle çok yakın iki dost, sırdaş, kardeş oluyoruz.

Aradan geçen yılları saymak istemiyorum. Annemi kaybettikten sonra çok ender zamanlarda da olsa rüyalarımda görüyorum, şu anda oturduğum ama hayattayken yapılmakta olan evimize hiç gelmediğini biliyorum, başka bilindik mekânlarda hep ziyaret ediyor ama. Canım, çok ama çok yandığında hep yanımda oluyor. Beni hazırlamak için olsa gerek, babamı son yolculuğuna uğurlamadan kısa bir süre önce de ziyaretime geliyor.

En son geçenlerde, karşı karşıya geliyoruz, yaşadığı döneme uygun, gri bir döpiyes giymiş, daha önce hiç görmedim, eşarbını da öyle, kolunda da parlak deri siyah bir çanta. Konuşmuyor benimle, yüzüme bakmadan dönüp gidiyor. Hatun, resmen küsmüş bana! Nedenini biliyorum; uzun zaman sonra, ilk iş ziyaretine gidiyorum.

İlkokul sıralarına oturur oturmaz unutulmaya başlanan ilk ismimi, kendi yaşadıklarına inat, onun verdiğini biliyorum. Bugün; belki bir bilemedin iki ama beşten fazla değildir bana bu adla seslenen, onlar da ya çocukluğumdur, ya da ailemdir. Yani hep onun izini taşır. İzin vermiyorum aslında unutulmasına, örneğin, bu yazıya imza atarken onun verdiği adı kullanmak istiyorum, bu köşede onun izi olsun istiyorum ve diyorum ki.

Merhaba, ben “Sefa”

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar