Kadın, tanrıça inzivalarında dişiliğini keşfediyor

Spiritüel Yaşam Uzmanı Gülden Üner tarafından hazırlanan Tanrıça İnzivaları, olmadığı bir şeye dönüştürülen ve modern dünyada var olabilmek için dişiliğini unutarak erilleşen kadının, fabrika ayarlarına geri dönmesini sağlıyor.

Modern kadın, var olabilmek için her geçen gün biraz daha erkeksileşiyor, biraz daha özünden uzaklaşarak dişiliğinin üstüne yapay bir örtü çekiyor. Ancak bu halinden ne kendi memnun, ne hayatındaki erkek, ne de çocuğu…

“Kadın dönüşürse her şey dönüşür” düşüncesiyle Spiritüel Yaşam Uzmanı Gülden Üner tarafından hazırlanan Tanrıça İnzivaları, olmadığı bir şeye dönüştürülen ve modern dünyada var olabilmek için dişiliğini unutarak erilleşen kadının, fabrika ayarlarına geri dönmesini sağlıyor.

Modern kadın, var olabilmek için her geçen gün biraz daha erkeksileşiyor, biraz daha özünden uzaklaşarak dişiliğinin üstüne yapay bir örtü çekiyor. Erkeksileşmemeye çalışan kadın ise daha çok ‘cinsiyetsiz’ gibi davranmayı öğreniyor.  Ancak, yüksek eril enerji ile yaşamaya mahkûm edilen kadın,  ne kendine kendini beğendirebiliyor, ne erkeğine, ne de çocuğuna… 

Mitolojik dönemlerde doğurganlığı nedeniyle tapınılan, soyu belirleyen, hâkim olan, saygı duyulan, heykelleri ile kutsallığı nesilden nesile aktarılan kadın, “hamile olduğu için sokağa çıkması ayıp karşılanan” bir varlık haline nasıl geldi bilinmez. Ancak, fabrika ayarlarına geri dönmek yalnızca kadının değil, bütün toplumun mutluluğu için bir başlangıç olacak belki de.

Kadın dönüşürse her şey dönüşür

Bugüne kadar, kadın ve erkek pek çok danışanla çalışan Spritüel Yaşam Uzmanı Gülden Üner, yaptığı bu çalışmalarda genellikle temeldeki sorunun anne ve baba kaynaklı olduğunu belirterek, “Ancak, kadın dönüşür ve özüyle buluşursa her şey dönüşür” diyor. Gülden Üner konuşmasını şöyle sürdürüyor:

“Eğer kadın özündeki gerçek kadınlığı ile hayatın içinde var olmayı başarabilirse, işte o zaman, onun yetiştirdiği kız ya da erkek çocuklar çok daha sağlıklı bireyler olur. Sözünü ettiğimiz kadının olmadığı bir şeye dönüşmesi değil.

Tam tersi, olmadığı bir şeye dönüştürülen kadının fabrika ayarlarına geri dönmesi… Tanrıça İnzivaları, işte bu düşünce sonucunda ortaya çıkan ve ‘Ben’ini onurlandırmayı unutan kadınlara özel iki günlük bir kamp…”

Modern dünya eril sever

Gülden Üner, kadının modern dünya ile birlikte gittikçe erilleştiğini öne sürerek, şunları söyledi

“Modern dünya eril sever. Modernleşme ile birlikte kadın, erkekle birlikte yaşamın her noktasında sorumluluklar aldı. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, erkeğin yaptığı her şeyi yapmakla yetinmedi erkeğin de sorumluluğunu almaya başladı.

Erilin kuralları ile oluşan iş hayatı ise kadının dişil enerjisine son darbeyi vuran yer oldu. Dişil enerjisi azalırken, eril enerjisi yükseldi. Çünkü kadın, gerçek gücün kaynağının kendisi olduğunu unuttu ve iş hayatında ‘erilleşmeyi’ güçlülük saydı.

Ve bu tüm yaşamına etki etmeye başladı. Oysa ki diş değil dişiliğini gösterse, hem iş hem özel hayatında çok daha mutlu, çok daha başarılı olacak.”

Erkeği şifalandıracak olan da kadın

Modern dünyada var olabilmek için erilleşen ve dişiliğini unutan kadınlara kadınlığını yeniden anımsatmak üzere hazırlanan Tanrıça İnzivaları’nda, kadına dişil enerjisini nasıl harekete geçireceği öğretiliyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan eril enerjinin, dişil enerjiyle nasıl dengede olabileceğini anlatan Üner, “Yapmaya çalıştığımız zihinsel, bedensel, ruhsal ve nefsani kalıplarımızı görmek ve bunlardan özgürleşmek. Kendimizi kazanmak.

Öte yandan, kadının unuttuğu dişil enerjisini uyandırması sadece kendi kurtuluşu olmayacak, aynı zamanda erkeği şifalandıracak olan da bu enerji” diyor.

Erilleştikçe kirlendi dünya

Gülden Üner, dişil ve eril enerjisi dengede olduğu için huzur ve barış içinde yaşayan anaerkil bir toplumun nasıl erilleşmeye başladığını şöyle anlatıyor:

 “Anaerkil toplumda kadın kutsal ve neredeyse ‘tanrıça’… Filozoflar, antropologlar ilk toplumların, cinsel ilişki ve hamilelik arasındaki bağdan habersiz olduğunu, dolayısıyla babalık kavramının da olmadığını söylüyor. Kadın, çocuk doğurarak ‘insan üreten’ bir yaratıcı konumunda. Bu yüzden kutsal ve önemli!

Anaerkil toplumlarda, çocuklar dahil olmak üzere, mülkiyet kavramı olmadığı için barış içinde yaşanıyor. Yavaş, sakin, huzurlu, barışçıl dişil enerji hakimken, eril enerji yavaş yavaş hakimiyeti ele geçirmeye başlıyor. Anaerkil düzende şimdi olduğu gibi; ‘Yetmeyecek, benim olsun!’ düşüncesi yok. 

Anaerkil toplumda ‘her şey herkese yeter’ diye düşünülür ve bir paylaşma mantığı vardır. Tam bir dişil enerji işi bu, paylaşmak. Ancak, bu dönem uzun sürmüyor. Analitik düşünen ve hızlı olan eril enerji, kadınların toplayıcı erkeklerin ise avcı olduğu bu dönemde, yaptığı icatlarla kadının önemini yavaş yavaş azaltmaya başlıyor.

Eril enerjisi çalışan erkeğin, kadının kutsallığını elinden alması ve kadının da kendisini erkekten bir adım geride hissetmesiyle anaerkilden ataerkile dönüşüm gerçekleşiyor. Ve sonra bu eril enerji tüm dünyayı etkisi altına alıyor.

Dişiler bile, gerçek gücün kendilerinde olduğunu unutup erilleşmeye başlıyor.”

Dişil enerji yoksa bolluk&bereket de yok…

Gülden Üner’e göre dünyanın gittikçe erilleşmeye başlaması ile birlikte savaşlar artarken bolluk&bereket azalmaya başladı.

Erkeklerin yönettiği, eril enerjinin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu dünyada,  sürekli çatışma, savaşlar (insana,doğaya, inançlara),güç çekişmeleri var. Üner, “Eğer bir yerde, bir toplumda bolluk bereket ile ilgili bir sıkıntı yaşanıyorsa, ekonomik bir sıkıntı yaşanıyorsa orada dişil enerji çalışmıyor demektir.

Bu hane için de geçerlidir. Bolluğu bereketi yaratan dişil enerjidir, ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ sözü de buradan gelir” diye anlatıyor.

Enerjinin azı karar çoğu zarar

Tanrıça İnzivaları’nda, kadınların dişil&eril enerjilerinin dengede olmasını engelleyen kodlar üzerine çalışmalar yaptıklarını söyleyen Gülden Üner, konuşmasını şöyle sürdürüyor:

“Bu eğitim; kadın olarak gücünü ortaya çıkarmayı arzulayan ve kendilerine anlam ifade edecek bir dünyada yaşamak isteyen kadınlar için hazırlandı. Bazı kadınlar vardır; girdikleri her ortamda bir anda tüm dikkatleri üzerlerine çekerler. Bir mıknatıs gibi…Oysa ki hiç de farklı değillerdir. Ne kıyafetleri, ne makyajları, ne fiziksel özellikleri.

Onları farklı kılan, dişil&eril enerjilerinin dengede olması.  Kadın ya da erkek, hiç fark etmiyor. Hepimizde bu iki enerji var ve bunlar dengede ise her şey yolunda demektir. Ama, bunlardan biri diğerini baskılamışsa, eyvah ki ne eyvah! Kadın; yüksek dişil enerjiye sahip olduğunda bunu eril enerjisi ile dengeleyemezse daha pasif kalıyor ve eyleme geçmekte zorlanıyor.

Yüksek eril enerjiye sahip olduğunda ise; daha yıkıcı, kontrolcü, sert ve güç odaklı oluyor. O zaman ne oluyor; hayatımızda bir şeyler yolunda gitmemeye başlıyor… Alt bilincimizden gelen negatif inanç kalıplarının yarattığı korkular da eklenince; dişil enerjiyi baskılayarak yok saymaya başlıyoruz.

Kadınlar olarak varoluş sisteminin bize verdiği derin dişiliğin sırrının ne kadar farkında olursak bilincimizin o kadar huzurlu olmasına izin veririz. “