Marion Cotillard'lı 'Pas ve Kemik'
Oscar ödüllü Marion Cotillard’ın performansıyla 2013 Golden Globe ödüllerinde en iyi kadın oyuncu dalında aday olduğu “Pas ve Kemik” adlı bir aşk hikayesiyle beyazperdede!
Oscar ödüllü Marion Cotillard’ın performansı ile 2013 Golden Globe ödüllerinde en iyi kadın oyuncu dalında aday olduğu “Pas ve Kemik” bir aşk hikayesi olmasının yanısıra ana karakterlerin kendileri, birbirleri ve dünyayla girdikleri bir savaşın filmi “Açım.” 5 yaşındaki Sam’in filmin başında söylediği ilk söz. Açlığın her türlüsü- cinsel, duygusal, özgürlük ve güvenliğe duyulan çelişkili ve umutsuz özlem- festivallerin bol ödüllü yönetmeni Jacques Audiard’ın kuvvetli melodramındaki karakterlerin hepsini zorluyor.
Filmin Öyküsü
Ali (Matthias Schoenaerts) neredeyse hiç tanımadığı, beş yaşındaki oğlu Sam (Armand Verdure) ile başbaşa kalmıştır. Ne evi, ne parası, ne de arkadaşı vardır ve çareyi Güney Fransa’da Antibes’da yaşayan kızkardeşi Anna’nın yanına sığınmakta bulur. Herşey bir anda doğru yola girmiş gibidir. Anna onların garajında kalmasına izin verirken Sam’i de adeta koruması altına alır.
Ali ise heybetli fiziği ve gücü sayesinde bir gece kulübünde fedai olarak işe başlar. Bir gece, kulüpte çıkan kavga sonucunda yardımına yetiştiği Stéphanie’yle (Marion Cotillard) tanışır. Oldukça çekici ve güzel ama aynı zamanda araya mesafe koyan tavrıyla Stéphanie, Ali’nin ulaşamayacağı biri gibi gözükse de Ali samimi bir tavırla telefon numarasını ona vermekten çekinmez.
Ne var ki Stéphanie, bir gün gerçekten de Ali’yi arar. Ancak ikili bu sefer çok farklı koşullarda karşılaşmışlardır. Bir su parkında katil balina eğitmeni olarak çalışan Stéphanie, trajik bir şekilde biten bir performansın ardından iki bacağını da kaybetmiş ve tekerlekli sandalyeye mahkum olarak yaşamaya başlamış, tüm büyüleyiciliğini de kaybetmiştir.
Ona acıyan gözlerle bakmayan Ali’nin samimi ve sözünü sakınmayan tavırları artık Stéphanie için bir nevi cankurtaran işlevi görecektir. Diğer yandan Stéphanie’nin gösterdiği sert direnç ve kararlılık da Ali’nin hayata bakışını değiştirecektir. Stéphanie’nin tekrar hayata dönmesiyle birlikte ikili; hem kesişen hem de ayrılan kavşaklarda gücün, güzelliğin, gençliğin, kanın metalaştığı ama dürüstlüğün, hakikatin, sadakatin, aşkın alınıp satılmadığı ve cesaretin çok farklı şekillerde tanımlandığı bir dünyada birlikte yol almaya başlarlar.
Yönetmen ve Senaristin Görüşleri
Craig Davidson’ın sürükleyici öykü derlemesi ‘Rust and Bone’da bireylerin hayat ve kaderleri dram ve tesadüflerin katkısıyla şiddeti artırılıp oldukça abartılı bir hal almaktadır. Aynı zamanda bu öyküler; kavga ve mücadelenin, bireyin fiziksel benliğini bulması ve kaderinden kaçmasının bir yolu olarak sunulduğu, oldukça haşin bir modern dünyayı da tasvir edilmektedir.
Filmdeki iki karakterimiz Ali ve Stéphanie aslen bu kısa öykülerde yer almıyordu. Craig Davidson’ın öykülerinden çıkardığımız fikirleri bir başlangıç noktası olarak görüp bunları yeni bir hikaye haline getirdik. Davidson’ın öyküleri aslen geçtiği zaman açısından bu projenin çok öncesine aitmiş gibi gözüküyor. Ancak hikayemizin gücü ve acımasızlığı; dramı - ve hatta melodramı – kullanma, karakterlerimizi büyütme arzularımızın hepsi kaynaklarını bu öykülerden almaktadır.
Uyarlamaya başladığımız andan itibaren, görsel tercihlerde ‘dışavurumcu’ olarak adlandırdığımız bir tarz yaratmaya odaklandık. Melodram boyutunu artırmak için sade, katı, acımasız ve birbiriyle çarpışan imgelerin gücünü yakalamak istedik. Aklımızda olan şey ise Büyük Bunalım döneminin bir çeşit yansımasıydı. Kasaba panayırlarında gösterilen eski amatör filmleri ve onların gerçeküstü görselliklerindeki karanlık gerçekçiliği hep aklımızda tuttuk.
Senaryo üzerinde çalışırken, bu tip bir estetik yapıyı kendimize rehber edindik. Acımadan yoksun bir tarz olsa da filmin asıl kahramanı olan aşk hikayesini de muhafaza ediyordu ve dünyayı kafası karışık bir çocuğun gözlerinden aktarıyordu. Ekonomik felaketler yüzünden giderek zorlu bir hale gelmiş bir dünyada karakterlerimizin asaletini vurgularken Ali ve Stéphanie’nin içinde bulundukları zorlu koşulları aşmak için gösterdikleri inatçı çabalarına da saygı duyuyor.
Jacques Audiard ve Thomas Bidegain
PRODÜKSİYON NOTLARI
Rust and Bone’un ana karakterleri Stéphanie ve Ali’nin geçirdiği değişime benzer biçimde; filmin yönetmeni ve başrol oyuncuları da – her zaman kolay ve öngörülebilir olmayan – bir keşif sürecini birlikte geçirdiler.
Bacaklarını kaybeden bir katil balina eğitmenini canlandıran Marion Cotillard; “Senaryoyu okuduğum anda, Stéphanie’yi çok sevdim, ama doğruyu söylemem gerekirse onu pek de anlamadım” diyor ve ekliyor, “Bu durumu Jacques’a itiraf etmem pek de kolay olmadı. Ama o da benim gibi düşündüğünü söyledi. Bana, ‘Onun kim olduğunu bilmiyorum. Bu yola ikimiz birlikte çıkıp onun ete kemiğe bürünmesini sağlayacağız.’ dedi. Bu benim için çok heyecan vericiydi. Ama bu sürecin sonunda bile Stéphanie hala gizemini koruyan bir karakterdi.”
Giriştikleri bu belirsiz sulara balıklama dalma işlemi, aslında Rust and Bone’un her açıdan şekillenmesini de sağladı. Yönetmen Jacques Audiard; filmin yazım, çekim, montaj ve müzik aşamalarında ve oyuncuların performanslarında doğal bir gerçekçilikle - tam zıttında yer alan - melodram, gerçeküstü tasvir ve abartılı bir deneyim hissini bir araya getirmek istediklerini söylüyor. Bu yüzden de Audiard; Cotillard’ın, Stéphanie’nin yaşadığı travmayı canlandırmak konusundaki tereddütünü bir avantaj olarak gördü. “Jacques bana, filmin hikayesinin bu olduğunu söyledi. ‘Bir kız var, birden kendisini bacaklarını kaybetmiş olarak buluyor. Bu Stéphanie için yeni bir şey, bunun senin için de taze bir deneyim olması bizim için daha iyi.’ ”
Aşk Hikayesini Yeniden Tasarlamak
Rust and Bone kaynak aldığı malzemeyi tamamen yeniden tasarlayarak yolculuğuna başlamış bir film. Audiard, Craig Davidson’ın aynı adlı kısa öykü derlemesini muazzam bir keyif alarak okuduğunu belirtiyor ve ekliyor; “Davidson bir kriz yazarı. Sallantıdaki bir modern dünyayı betimliyor, karakterleri de toplumun dışında kalmış sınırlarda yaşayan figürler. Tutsak olma üzerine pek de aydınlık olmayan ve erkeklerin dünyasını aktaran Yeraltı Peygamberi’nden sonra Thomas Bidegain (ortak senarist) ve ben onun karşıtında duran bir filmle devam etmek istedik. Bir kadın ve bir erkeğe odaklanan son derece aydınlık bir aşk hikayesiydi istediğimiz. Ancak aynı zamanda direkt ele almadan günümüzdeki kaos ve barbarlığı da keşfe çıkmak istiyorduk. Bu zıtlıklar bizi çok etkiledi, ama Craig Davidson’ın kitabında bir aşk hikayesi yoktu, o yüzden biz de onu uydurduk.”
Ne var ki, bu hikayede aşka girmeden önce acıyı izliyoruz.
Ali ve Stéphanie aslen birbirlerinin hayata geri dönmesini sağlarken vahşet ve yaralı duyguların olduğu bir dünyaya doğru yelken açıyor. Audiard da oyuncularıyla, bu ilişkiyi güçlü bir uyumla canlandırabilmeleri için birlikte çalıştı.
Oyuncu Matthias Schoenaerts, Audiard’ın sürekli ‘yaratılan anlarda, hayatı’ aradığını söylüyor ve ekliyor; “Yazdığı şeyi çekmekten çok, yazdıklarını hayatın nasıl değiştirebileceğinin arayışı içindeydi. Ali her zaman sempati besleyebileceğiniz bir karakter değil, oyuncu onunla direkt özdeşleşemez ama samimiyeti ve basitliğinde gerçekten çekici olan bir şeyler de var. Ali’yi canlandırma yolunda daha karanlık ve sert yolları bulmak için provalar yaptık ve doğaçlamaya gittik. Sonucta onun içindeki neredeyse çocuksu izleri keşfettik. Bu da, birden karakteri bizim için daha gerçek kıldı ve Stéphanie gibi birisinin onu sevebileceğine inandırdı. O çocuksu enerji, Ali’nin içine adeta hayatı aşıladı. Bu olmasaydı elimizde; sosyal, kendisinin ve ne tür sorunların içinde olduğunu fark eden ve bu konuda karamsar bir karakter kalacaktı ve bunu istemiyorduk. Ali tamamen duygusuz bir noktadan aşka teslim olma haline geçerken, aynı zamanda çocuğunu sevmeyi de öğreniyor. Audiard karakterlerini, derinliği olan ve çok katmanlı bir şekle sokmayı iyi biliyor. Tam bir oyuncu yönetmeni. Oyuncularla birlikte işbirliği içinde çalışıp o gölgeleri ortaya çıkarmayı başarıyor.
Cotillard da bu konuda hemfikir; “Harika yönetmenlerle çalıştım. Ama Jacques’da onun öyküsüne ve karakterlerine olan sevgisini hissedebiliyorsunuz. Bu çok çok güçlü ve ilham verici. Audiard adeta bir şair.”
Gerçekçilik ve Karşıtları
Audiard ve onunla Yeraltı Peygamberi ile Kalbim Bir An Durdu’da birlikte çalışan görüntü yönetmeni Stéphane Fontaine; yoğun bir şekilde büyük perakende satış alanları, popüler mekanlar, isimsiz disko ve turistik katil balina şovu gibi ticari mekanları canlandırırken bir yandan da Stéphanie’nin vücudunda, sekste ve yakın dövüşte özgürleştirici bir etki yaratan güneş ve deniz hissini yakalamak istediler. Sert bir toplumsal gerçekçiliğin rüya gibi bir görselliğe kaydığı bu tercihi Audiard şöyle açıklıyor. “İmgelerin gücünün bu tutku tablosunu, aşırı durumlar ve aşırı duyguları bir araya getirmesi fikrine kafayı takmıştık. Acımasız ve karşıt bir estetik bulmak istedik. Yeni dışavurumculuk, Tod Browning’in Freaks’i, Lon Chaney’nin filmleri, Büyük Bunalım döneminin sirk ve panayır filmleri ve bunların, gerçekçiliğin karanlığını yücelten sıradışılığı üzerine kafa yorduk. Korkunç hikayeleri ve oğlunun karnı doysun diye hırsızlık yapan bir adamın tutuklanmasıyla başlayan Charles Laughton’ın Caniler Avcısı’nı (Night of the Hunter, 1955) konuştuk. Bu filmler melodram mıdır yoksa dışavurumcu mu? Bunun net bir tanımlaması yok.” Tıpkı Fontaine gibi filmde çalışan pek çok önemli ekip üyesi – yapımcılar, kurgu editörü, besteci, sanat yönetmeni, oyuncu sorumlusu, prodüksiyon tasarımcıları – uzun zamandan beri Audiard’la beraber işbirliği içindeler.
Fiziksel Zorlamalar
Oyuncular, Cotillard ve Schoenaerts, rollerine daha hakim olmak adına zorlu fiziksel aşamalardan geçtiler. Cotillard, bacakları kesilmiş kişilerle ilgili araştırma yaptı ve onların görüntülerini izledi, ancak daha çok Audiard’ın ona verdiği komutlara göre hareket ettiğini de söylüyor. “Bazen Stéphanie’nin bir tarafı, içinde bulunduğu durumu reddediyor. O yüzden de bazen ayağa kalkmaya çalışıyor ve bacaklarının olmadığını unuttuğu için düşüyor. Bu detayı film esnasında görmüyorsunuz ama benim rolü daha iyi kavramamı da sağladı.” Cotillard’ın sakat olma durumları elbette teknik olarak görsel efekt aracılığıyla halledildi. “Teknik ekip olağanüstü bir iş çıkarmasına rağmen, işin o kısmı hiç ilginç değil. Asıl önemli olan şeyler beden, kemik ile cinsellik ve vahşetin bedene gelmesiydi.
Schoenaerts ise kickbox dövüşleri için yoğun bir eğitimden geçti, ancak bilindik kahramanın kusursuz fiziğini de hedeflemedi. “Her gün antrenman yaptım, Taş Kafa’dan (Rundskop) sonra yine kilo almam gerekti. Jacques’ın Ali’nin fiziksel özelliğiyle ilgili çok belirli bir fikri vardı. Güçlü olmalıydı, ama eğitimli olmamalıydı. Yıllarca boks yapmış, bıraktıktan sonra da kilo almış, göbeği olan birisiydi. Onun zinde ve idmanlı gözükmesini istemiyorduk, hatta biraz sağlıksız gözükmeliydi. Bu adam doğru beslenen ve düzenli olarak spor yapan birisi değil, o yüzden de görüntüsü bunu açığa çıkarmalıydı.
Schoenaerts karakterinin çıplak elle dövüşmesi hakkında ise şunları söylüyor. “Hiçbir şeyiniz olmadığında, elinizde ne kalır? Elbette vücudunuz. O da bu yüzden dövüşüyor. Bir şekilde acıya da ihtiyacı var. Dövüşler acı veriyor ama algılarını da açıyor. Duygusal yönden bir şey hissetme yetisini kaybetmiş, ama bu dövüşler onu hayata geri getiriyor. İşte o zaman bir bedeni olduğunu hissediyor. Vurduğu ya da darbe aldığı zaman bir şeyler oluyor. Ve elbette sonra da Stéphanie onun kalbini tekrar açmasını sağlıyor.
Yatakta
Audiard, karakterlerin arasındaki cinsel kimyanın Stéphanie’nin maluliyetinin ötesine geçtiğini söylüyor. “Kişisel olarak durumun içinde bulunduğu erotik durumu çabucak kavradım. Şöyle açıklayayım: kurmaca filmlerin karşılaştığı iki büyük sorun vardır ve bu iki alanda yetersiz kalırlar. İlki ölüme yol açan şiddettir. Çünkü oyuncuyu bizzat öldürmeyeceklerini bilirsiniz. Bir diğeri ise seks. O iç çekişlerin, zevklerin yalan olduğunu bilirsiniz. Zaten filme çekme anı da çok garip oluyor. Uzun bir süre boyunca aşkın bu fiziksel boyutunun temsilindeki sorunla ilgili düşündüm. Bu hikaye cinsel ilişkinin temsilindeki problemi görmezden gelmeme olanak veriyor. Ali, Stéphanie’yi sırtına aldığında tek önemli şey seks oluyor. O yüzden yatağa girdiklerinde yüzlerine odaklanmama ve yüzlerindeki ifadelere inanmama gerek kalmıyor. O anda kadının asıl mahremiyeti sakatlığıyla ilgili oluyor. Yani normalden daha da çıplak olarak düşünebiliriz. Schoenaerts ise sahnelerle ilgili şunu belirtiyor; “Elbette bacakları olmadığını unutuyorum. Ali unutuyor, o yüzden ben de unutuyorum.”
Prenses ve Dövüşçü
Audiard, “Stéphanie’yi oynayabilecek başka kimseyi düşünemezdim, tıpkı Kaldırım Serçesi’nde Piaf’ı oynayacak başka kimseyi hayal edemediğim gibi” diyor ve ekliyor, “Onun oyunculuğunda erkeksi bir otorite var. Ancak aynı zamanda resmen cinsellik saçıyor. Tamamıyla baştan çıkarıcı bir hali var. Onun dışında elbette çok ünlü birisi olduğunu da unutmuyorum. Bu kurmaca öyküye onun ününü ekleyin. Bacaklarının kesilmesi sinemasal bir geleneğin parçası adeta. Ünlü bir oyuncunun bu rolü oynadığını biliyoruz. O yükseklerdeyken düşmüş bir prenses”
Audiard, Schoenaerts’la ise Taş Kafa’yı gördüğü anda hemen tanışmak istediini söylüyor.
“Hazırlanmak için çok kısa bir süremiz vardı. Marion sakatlık ve katil balinalarla ilgili hazırlığa odaklanmıştı. Matthias ise dövüşmeye. Marion için karakterin dönüşümü zordu ama anlaşılabilirdi, iyileşme yolunda birisi olacaktı. Matthias’la ise karakterinin üzerinde biraz daha çalışmamız gerekiyordu. Senaryoda Ali, kaba ve bayağı biriydi. Ama çok da aşırıya kaçılmamalıydı ki Stéphanie’nin ilgisini çekebilsin. Baştan çıkarma ve sonrasında da aşkı sağlayacak bir temel gerekiyordu.”
Ali’nin finalde boks maçındaki başarısı ve hemen yanında duran Sam ile Stéphanie’ye ek olarak Ali’nin parçalanmış ellerinin acısının daha katlanabilir seviyeye ulaştığını anlatan üst ses eşliğinde biten filmin ardından Schoenaerts şu yorumu yapıyor. “Bir buçuk saat içinde bu iki insanın ne olduğunu ve başlarından geçenleri gördük. Ama hala altından kalkmaları gereken şeyler var. Bu bitmiş değil. Acıları hala var. Çocuğu hala büyütmeleri gerek. Stéphanie sakatlığıyla baş etmek zorunda. Ama bunları paylaşabilir, birbirlerine destek olabilirler. Kesinlikle bu iyi bir son, ama tam anlamıyla klasik bir mutlu son da demezdim.”
Audiard’ın kafasında ise başından böyle bir kaza geçmeseydi, Stéphanie’nin nasıl biri olacağı sorusu var. “Muhtemelen bir şekilde kibirli ve birisini gerçekten sevmekten yoksun bir prenses olmaya devam ederdi. Maluliyeti sayesinde ve Ali’nin ona hiçbir zaman acıyan gözlerle bakmaması sebebiyle bunu aşmak için güç buluyor ve belki de asla tadamayacağı deneyimleri yaşıyor.”
Cotillard’a gore ise karakterinin kaybı tam bir ilham kaynağı. “Elinde hiçbir şey kalmadığında; sadece sen, ruhun ve içinde – en derininde – olanlarla başbaşa kalıyorsun. Bunlarla yüzleşebilecek misin, yoksa yüzleşmekten korkacak mısın? Biz çıplaklığa teslim olmuş iki çıplak ruhun birleşmesini izliyoruz. Bu hikayenin ve bu insanların güzelliği de burada saklı.”