Bazı gün darılıyorsun, bazı gün barışıyorsun. Bazı gün de kaybolup hasrete karışıyorsun. Bir mahcup halin var arkadaşlarının önünde. Uzun zamandır tükürdüğün ne varsa yalıyorsun. Bir gün bir hasret şarkısı dilinde, gözyaşlarınla yıkıyorsun geceleri. Başka gün bir nefret çığlığıyla çatlatıyorsun komşu camları. Büyük konuştuğun yerlerde boynun bükük dolaşıyorsun. Sorunlarını, onları üreten kafanla çözemiyorsun çünkü. Çözemezsin de... Bu huzursuzluğunun kaynağı sensin. Mutlu olmayı öylesine uzaklarda arıyorsun ki yanıbaşında göremiyorsun. El ele olmanın huzuru yok gözünde. Beraber uyumayı öyle bir kanıksamışsın ki belki de yalnız uykular düşlüyorsun. Koskoca sevgiyi unufak edip, ufacık yoksunlukları devleştirip bu hayatına yaptığın kaçıncı sabotaj? Sonra elinin altında bir oyuncak ayıyla geceleri sabah ediyorsun. Dikkat ettin mi hep başkaları suçlu hayatında. Nasıl oluyor da bütün kötü insanlar sana denk geliyor? El birliğiyle canını dört bir yerinden yakıyorlar. Ne kadar mükemmel olduğunu ancak arkadaşların fark ediyor. Hep saklandığın yerden vuruyorlar sana. Oysa sen ne kadar basit şeylerle mutlu olabiliyorsun (!?)
Gelecek, planlarından geçilmiyor. Bir haftasonu Paris’e başka haftasonu Amsterdam’a gitmek istiyorsun. Sonra bir pazarı hiç yataktan çıkmadan geçirmek gibi sadeliğinden geçilmeyen bir huzur tasarlıyorsun, olmuyor. O restoran senin, bu restoran benim geziyorsun. Çoğu zaman o da yetmiyor, gecenin geç saatlerini görebileceğin barlarda alıyorsun soluğu. Kendi uykularından çalıp eğlenmeye yatırıyorsun. Dışarıdan bakanlar için dünyanın en çok eğlenen insanısın hatta. Ama gözlerin öyle söylemiyor. Basit yalanlara endekslemişsin gülüşlerini. Eğlenceyi de mutluluk gibi yana yakıla ararken, soluğu büyük bir hüznün tam ortasında alıyorsun.
Yaşadığın hikayelerden hep yanlış dersler çıkarıyorsun. Kötü bir mektup okuyup kağıda kaleme kızıyorsun mesela. Ya da bitmeyen gecelerden saati sorumlu tutuyorsun. Düşüncelerin set oluyor ilahi akışın önüne. Bu halinle bir de Tanrı’nın işini zorlaştırıyorsun. “Mutlu olmak istiyorum” diye haykırdıkça beyninin sadece mutsuzluğun altını çizdiğini bir türlü fark edemiyorsun. Maalesef insan kendini ağzından çıktığı şekilde anlamıyor.
Ne içtiğin içki okşuyor kafanı, ne ciğerlerine çektiğin paket paket sigara. Altından girip üstünden çıkıyorsun bedeninin. Bir kızılca kıyamet içinde aydınlanmayı bekliyorsun. İyi niyetinden sual olunmaz elbet ama bu noktada biraz saflık ediyorsun. Ne yediğini düşünmekten tat almayı unuttu dilin. Gideceğin yeri düşünmekten rengi soldu gözlerinin. Bir koşuşturma içinde durup dokunma yetisini kaybetti tenin. Koca ömrü anormal bir yaşama çabası içinde heba ediyorsun.
Biraz durmalısın artık, durulmalısın. Ruhunla bedenini yarıştırmayı bırakıp bir ahenk yakalamalısın hayatta. Günlerini gecelerini heba ettiğin bu mutlu olma yolunun bir çıkmaz sokak olduğunu görmelisin. Hep aynı günleri, hep aynı geceleri yaşayıp sürpriz yapmasını beklediğin Tanrı, sana bir acıyla gülümsüyor baksana. Rüzgar oldun estin, yağmur oldun yağdın, dinmelisin artık. Derince bir nefes alıp açan güneşinin tadına bakmalısın. Sürekli bir beklentiyle iğnelediğin ruhunun binlerce yıllık sırrını kulağına fısıldamasını duymak için hayatın sesini biraz kısmalısın.
Eğer bu kısır döngünün kapısını aralayıp, kendini dışarı atabilirsen aradığın ne varsa avuçlarına yağacağını göreceksin. Basitlikte bulacağın cevaplar parlatacak gözlerini. Hele bir kokla tekrar doğayı, hele dudakların o unuttuğun tadını hatırla. Ruhunun yüzünü güldür artık. Güldür ki güneşli güzel günlere inansın. Ruhun gülsün ki samimi bir kahkaha bedenine bulaşsın.
"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."